Benim üniversitelerim

Çimenlerine uzanıp, hiçbir şey yapmadan, sadece sıram geldiğinde karton bardakta çay taşıyarak, yazlar geçirdim.

Mermer basamakların bile, mermer olmaktan vazgeçip zamana mahcup olduÄŸu o merdivenlerinden, koÅŸarak çıktım. Derslere hep geç kalırdım. Sınav öncesi günlerde, kapısında pudra ÅŸekerli böreklerden yerdim, sonra yan tarafındaki kırtasiyeden fotokopi çektirirdim, sonra yan tarafındaki korsancıdan Tom Waits cd’leri, Jim Jarmoush filmleri alırdım, sonra onun da yan tarafındaki kütüphaneye girip, ders çalışamazdım. Bazen aşıktım.Â

Sosyete kantininde, kumpir sırası beklemezdim. Bana, ’acelesi olan bayan’ diyen kumpirci, benimkini çabuk çabuk yapardı. Yangın merdivenlerinde, yeni tanıştığım biriyle ders aralarında oturur, sessizce beklerdik. Sessizlikten hiç korkmazdım. Yüzlerce kere, güney kampusünden Bebek’e inen dar, ormanlı yoldan inip çıktım. Bazen merdivenlerle, bazen patikayla. Çoğunlukla neşeyle. Birçok düşünceyle ilgili, birçok şey öğrendim. Hepsini unuttum. Kendimle ilgili bir şey öğrendim, unutmam imkansız.

Hikayesi şöyle: 2. senemin sonunda bölüm değiştirip, uluslararası ilişkilere geçmeye karar verdim. Not ortalamam, böyle bir düşünce için çok düşüktü. 2,5 falandı 4 üzerinden. Bölüm değiştirmem imkansıza yakındı. Hem yeni bölümün 2 senelik tüm derslerini ekstra kredi olarak almam gerekirdi, hem de ortalamamı 3,5’in üzerine çıkarmam. Fakat bu son şansımdı, çünkü 2. seneden sonra bölüm değiştirilmiyordu. Yine de, cesaretimi toplayıp, o zamanki bölüm başkanının odasına gittim. Bölümünüze gelmek istiyorum ne yapmam lazım dedim. Kaçıncı senen? 2. Ortalaman kaç? 2,5. Senin bu bölüme geçmen imkansız.... Bu konuşmanın üzerinden 2 sömestr ve 2 uzun yaz sonra, ben o bölüme geçtim. Yaz okullarına kalmış, her dönem fazladan 5 ders daha almış, 4,4,4,4 ortalama getirmiştim. Nasıl yaptığımı hala bilmiyorum. Ama Boğaziçi bana, istersem yapabileceğimi öğretti. Öğrenilecek şeylerin en büyüklerinden birini.

Güney kampusteki, denize bakan banklarda melankolik; yaz sıcağında, sınıfta, antik mimari slaytları seyrederken manik olurdum. Bir rock grubu kurdum, adını kopuk koydum. Bir süre sonra dağıldık. Adını kopuk koydum diye sanırım bu kadar kısa sürdük. (Bu espriyi belki 100. yapışım.)

Bana F veren felsefe hocasına gidip teşekkür ettim. Sorusuna cevap olarak, iki sayfa soru sormuştum ve bir A’yı ya da F’yi haketmiştim. Koridorlarında, Garbage’dan Milk’i söyleyip, birinin kalbini çaldım. Birkaç kişi birbirimizin kalbini çaldık, kırdık ve onarması için zamana bıraktık. Karların ortasında kartpostallardaki gibi sarılıp ağladık.

Ceren’e de orda rastladım. Uzun sarı saçlarıyla, ’ben yurtdışında okudum, buraya yeni geldim ama görüyorsunuz Cumhuriyet okuyorum’ yapıyordu hepimize, dersin başlamasını beklerken.

6 yıl ordaydım. Sonra 7 yıl hayata girdim. İki gün önce, yine orda, ’en iyi kadın pop müzik sanatçısı’ olarak bir kürsüye çıktım. Ağlamamak için, kaşlarımdaki bulutları zor dağıttım. Koşarak ödülümü babama götürdüm. Doğumgünüydü. Küçükken Bebek’te el ele yürürken, ’Boğaziçi Üniversitesi’ yazan tabelalı girişi gösterip, ’kızım bak burası Türkiye’nin en iyi üniversitesi, sen büyüyünce burada okursun’ demişti. Yıllar sonra, o üniversiteden bir de bu ödülü almak nasıl bir şey, anlatamıyorum şu an.

Beni bu ödüle layık gören herkese çok teşekkür ederim. Heyecandan söylemeyi unuttum. Buraya yazmayı unutmadım.
Yazarın Tüm Yazıları