...nerede kalmıştık, hah. Greta, bizi utangaç, sıkıngaç, kırılgaç yapan herşeyin rüyalarda saklandığına hemen birkaç cümlede inandırdı.
Her sabah uyandığımızda muammalara sarıp kaldırdığımız rüyaları, canlandırmaya başladık. Herkes birbirinin rüyasında bir rol oynadı. Kendi rüyasındaki başrolü kaptı, provalar başladı. Benim yardımcı oyuncu olarak kendimi oskara aday gösterdiğim rolüm, birinin rüyasındaki kuş rolü. Diğer rollerim, klozetlere oturarak yemek yenen bir restorandaki eğlenen biri, kapşonlu sweatshirt’ü kapısına sıkıştırıp götüren taksi ve ’ben de sizinle oynayabilir miyim?’ diye sorup, ormana odun toplamaya giden 6 yaşındaki kız gibi misafirlikler.
***
Greta’nın kullandığı yöntemi, burada kendi kelimelerimle çerçevelemek istemiyorum. Fakat içimdeki bir zinciri kırıp, beni bir yerlere saldığı kesin. İnsanın kendi içinde salınma özgürlüğünden daha kanatlı bir şey yok. Matruşka misali içimizde taşıdığımız, o ’benim bir küçüğüm’ün elindeki liste, hiç de zannettiğimiz gibi, bir alışveriş listesi değil. Bir yol tutturmuş yalpalarken, omuzumuza arada yön veren o görünmez el, sadece varacağımız yere mutlu, neşeli, özgürce ve iç huzuruyla gitmemizle ilgili. Para, pul, ün, güç, şöhret, fasa fiso.
Rüyalar, ya da hayat, hepimizi aynı yerlerde sıkıştırıyor. Cevap vermek yerine, bir soruyla geçiştirdiğimiz herşey, yolumuza tümsek olarak çıkacaktır. Hız kesip, trafiği sıkıştıracaktır. Bence. Ben kendi rüyalarımda bunu gördüm. Ki ben kendimi, ’üç yumurtayı kırdım önce’ cümlesiyle bir şarkıya girdim diye, hep çok şekilgen saymışım. Sadece rüyalarda, bizi kilitleyen şeyleri en kaba anlatımlarıyla bulmak mümkün. Üniversite sınavında böyle sorular çıksa, hayata dair daha çok şey öğreniriz. Mesela: dün geceki rüyanızı bir paragrafta yazın. Yazdınız mı, o zaman sizce görür, bu rüyada ne anlatmak istemiştir?’. Bu soruya iki dakika kafa yorsak, içimize sinmek için ferrarisini satan bilge’yi okumamıza gerek kalmaz.
***
Ay, çok yorucu oldum. Biraz magazinsel yazayım. Rahatlama bölümü: 2. gün bir baktım, bir yabancı, elinde kamerayla provaları çekiyor. Onu bir yerden tanıdığıma eminim. Greta’nın yanına gidip: Greta, şuradaki çocuk ’notebook’ta oynayan çocuk mu? dedim. O da evet dedi. Ama ben evetin t’si duyulmadan, Ryan Gosling’in yanındaydım bile. Ona, galiba bağırarak, notebook’u çok beğendiğimi, komedisiz romantik türüne de çok ihtiyaç olduğunu söyledim.
Mütevazı çıktı çok. Sonra, ertesi gün ’stay’de de oynayanın o olduğunu öğrendim. Bu sefer iyice tuhaflaştı yorumlarım.
Hem romantiği, hem de intiharı düşünen karanlık birini bana çaktırmadan oynamış demek. Bunun, kafamdaki, ’kendisini oynayabilene aktör denir’, tanımını yıktığını ekledim dünkü sözlerime. (Ama sonra içimden geri aldım, çünkü aslında benziyorlar.)
Aynı anda çantamdan 3 cd’mi çıkartıp, Ryan’la Goli’ye hediyelerimi sundum. Kek şarkımı gösterip, bu şarkıya ’üç yumurtayı kırdım önce’ diye başlıyorum dedim. Bence, bu zincirleme hareketlerim sonucu benim romantiksiz komedi olduğuma kanaat getirdiler. Albümlerimin kapaklarına ’cool covers’ dediler. (cool kapaklar bunlar).
***
İnsan bir odada bir saat kuş gibi düşünüp, kuş gibi davranıp, kuş sesleri çıkarınca, kuş bile olabiliyor. 24 saatte neler olur.
Greta’nın sözünü dinleyip, rüyalara gözümüzü açalım. Belli mi olur.
(Greta hemen döndü ama eylülde yine gelicek. Unutmadan nilkaraibrahimgil.com’da inşaata başladım. Bir adam deli gibi kazı yapıyor, tıklayın da bir merhaba diyin:)