Derginin* sayfalarını, tembel tembel karıştırıyorum. Ne de olsa, yaz. Günler uzun ve sıcak.
Aklım kurak. Yavaş çalışıyorum.
Başlıklara göz attım. Mimar Zaha Hadid’in gelmiş geçmiş en parlak kadın mimar olması... Hımm, bravo. Tatlı kadın zaten, bir keresinde, sahip olduğu dijital aletleri de gösteren bir röportajına rastlamış, "elde var bir"lerden olduğunu düşünmüştüm.
Fakat bu binalar, bana fazla "az ve ileri" geliyor. Bir insanı sevmek, yaptıklarını da sevmek anlamına gelmez. Tam tersi de geçerli.
Peki, "erkekler neden sıkıcı" başlığına gelelim.
Hepsi sıkıcı değil canııım. En azından, kadınları eğlendirme çabasına girmişleri ya da kişilik olarak cafcaflıları var. Eminim bir süre sonra, herkes aynı sessizlikte buluşuyordur zaten. Ama tabi, kadınların tantanasını onlarla yakalamak zor. Konular azalır ve cümleler kısalır birden. Hem, yaptığın yorumları garipserler.
Merak edip okudum, bilimsel bir bulgu mu var? Sıkıcılığı nasıl ölçmüşler?..
Hımm, mesele şu: Kadınlar birbirleriyle diyalog halindeyken, "insanı kendinden geçiren" hormoncuklardan salgılıyorlar. Dopamine ve oksitosin.
Konuyu dallandırıp budaklandırmanın, bu kadar zirve yaptığı bir an yok yani! Bir kafede konuşarak, 6 saat geçirmenin başka açıklaması olamaz zaten. Evrensel bilgi paylaşımı. O kız senin, bu çocuk benim çekiştirirken uçuyoruz yani.
Devam edelim... Su altı. Ama çok altı. Kapkaranlık olan sular. Meğersem derin sular, uzaydan daha düşmanmış insana. Diyo ki, en derinlere inmek imkansızmış. Okyanusun dibinin, bir Louis Armstrong anı olmıycak diyo. Aa, ne güzel...
Güneşin giremediği derinliklerde, kendinden ışıklı balıklar var. Ya bu nası oluyo, dedim; "fosfooor" diye nağmeli bir cevap geldi içimden.
İkna olmadım tabi. Mandela, evde çekilmez bir adammış. Karısı anlatıyor. Herkesin, aşağı yukarı aynı olduğunu biliyorum zaten. Geçelim.
Upuzun yaşamanın sırrını anlamak için, 90 yaşını geçmiş dört kişi hakkında yazı. Hıh. Ortak paydalarını bulup, işaretliyim dedim. Olmadı. Hah ha ha. Hiçbir ortak noktaları yok diyebilirim. Biri evlenmemiş, öbürü altı çocuklu. Biri ateist, biri dindar. Biri boşanmış genç sevgilisi var, biri hep evli. Biri çok çalışmış, öbürü az. Hepsinin aklı başında, gülümsemesi yüzünde, bedenleri ağrılı. Sevmeyi ve sevilmeyi biliyorlar gibi geldi bana, ama belli olmaz.
Binaların "az ve ileri", erkeklerin sıkıcı, derin suların düşman ve Mandela’nın huysuz olduğu bir gezegende herşey olur.