Paylaş
Sokakta adres sorduğumuz birine bile tam güvenmediğimiz bir yerde yaşamak, bizi bayağı yalnız ve ürkek hissettiriyor olmalı.
Bilemiyorum hiç, başkalarına rahat rahat evimizi, çocuğumuzu, eşyalarımızı teslim ettiğimiz, sorulara verdikleri cevaplardan şüphe duymadığımız bir yerde yaşamak nasıldır. O hâl nasıldır.
Şirketlerin aile fertleriyle, uzak da olsa akrabalarla dolu olması da bundandır. İnsan kendi kan bağı olanlardan başkasını düşman görmeye meylederse, dostu da olmaz.
Asansör örneği bunun en komik göstergesi. Şimdi diyelim ki asansöre bineceğiz ve o sırada birisi bizden önce asansör düğmesine basmış ve düğme yanıyor. Yani asansör bu komutu yerine getirmek için çabalıyor. Biz bunu göre göre yine de, kendimiz bir kere daha basmadan rahat edemeyen bir milletiz.
Bu benim çok komiğime gidiyor. Ki bunu ben de yapıyordum. Dum, çünkü buna dikkat ettikten sonra delilik gibi geldiğinden kestim bunu yapmayı. Kendimi düğmeye basmamak için zor tutuyorum!
Yani şu tanımadığım insanın, düğme cayır cayır yanmasına rağmen tam olarak bastığından ve asansörü çağırdığından bir türlü emin olamıyorum. Ne yapayım kültürümde var. Genlerimde menlerimde var!
Bu tabii ne yazık ki, komşuna güvenmeme, arkadaşlarına güvenmeme, kurumlara güvenmeme olarak yayıldıkça yayılıyor ve biz tıpkı ülkemizin tarih kitaplarındaki gibi, üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanlarla kaplı bir yer haline geliyoruz.
Bunun çaresi nedir bilemiyorum. Belki her şey gibi bu da ilk yuvamız olan ailemizde başlıyordur ve anne babaların vereceği mesajlarla değişecektir.
Belki onlara, önce güvenip sonra karşındaki güvenini boş çıkardığında güveni geri almayı öğretebiliriz.
Hani çocukken oynadığımız bir oyun vardı hatırlıyor musunuz... Gözlerini kapatıp kendini geri bırakırsın ve arkandaki seni tutar. Ne güzel bir provası o güvenin, sevgini ve bırakmanın.
Sonraları büyüyüp, oyunlardan büsbütün vazgeçip sıkıcı yetişkinler olduğumuzda ruhumuzu asla bırakmaz oluruz. Arkamdaki her an oradan gidebilir biri olur, ben de hep adımımı geriye koyup kendimi bırakmaz olurum. Nesi güzel bunun? Nesi oyun? Nesi eğlenceli?
“İnsanlar bana güvenmez, çünkü ben de onlara güvenmiyorum”sa, başımıza gelecek en en kötüsü.
Gerçek olmaktan, kendimiz olmaktan bizi alıkoyan ve kim bilir ne güzel yollara çıkmamızı engelleyen bir düşünce.
Ben şu hayatta en çok düşüncelerden korkuyorum. Bir yerde okumuştum. Düşüncenizle bedeninizi yapıştırın diyor. Hah, geçen haftaki Time dergisinin sağlık sayısında!
Diyor ki, düşünceleriniz bedeninizi yönetiyor. Artık bu iki kelimeyi birbirinin yerine kullanabilirmişiz. Yani düşünce dediğimiz yerde beden, beden dediğimiz yerde düşünce diyebiliyoruz. Buradan nereye gelinir... Düşünce güvensizse, beden de güvensiz olur. Ürkek bedenlerin hücreleri bağışıklık geliştiremez.
Bu hafta güvenme egzersizi yapalım. Karşımıza gelen ilk güven sorusuna “evet” diyelim ve bakalım, sonu hayal kırıklığı mı yoksa bir rahatlama mı olacak.
İnanıyorum. Ancak böyle ‘güzel ve yalnız ülkem’ değişecek. Herkese gözü kapalı bedenini arkaya bırakabildiği bir hafta dilerim.
Not: Çok heyecanlıyım. 1,5 yıl sonra ilk kez konser vereceğim. Bu Cumartesi, 28 Şubat, Bostancı Gösteri Merkezi’nde. Müziğimizi sevenleri dört gözle beklerim.
Paylaş