Paylaş
Evde, ‘hayat nasıldır’ diye gözünün içine, davranışlarına, tepkilerine bakıp, içine sürekli notlar düşen bir küçük olunca, ister istemez çekidüzen veriyorsun kendine.
Daha önce hiç olmamış bir şey bu çünkü.
Kimse sana bakıp, kendini baştan yapmadı.
Kimse, hayatı senden dinlemedi.
Kimse, verdiğin tepkileri kopyalamadı.
Kimse, senin korktuklarından korkup, senin endişelerinle kaşınmadı.
İşte bu yüzdendir ki, evde küçük biri oldu mu, kendini sökme ihtiyacı duruyorsun.
O atladığın ilmeğe geri dönüyorsun. Artık o delik orada duramaz. Durursa, küçüğün ruhunda da orası delik olacak.
Annem, ‘eskiden böyle değildi, siz delirdiniz’ diyor.
Delirdik belki, doğrudur.
Ama kendine bakmanın, tanımanın, değiştirip güzelleştirmenin zamanı mı var?
Hazır evde bahanesi var.
Hep dedim. Dövme yaptırsam, iki dövmem olurdu.
Birinde, ‘inşaat var’ yazardım, öbürüne ‘sadece sen biliyorsun.’
Benim bu ikisine inancım tam. O yüzden modası geçmez bende bu lafların. Bitmez inşaatım ve içimdeki bilene inancım.
Ne diyorduk...
Kendimizi örerken atladığımız ilmeklere geri dönelim diyorduk.
Hayatta konuşamadığım tek insan, değişiminin dönüşümünün, örgüsünün bittiğini düşünenler oluyor.
Çekiştirince şekil alacak esnekliğini kaybetmiş malzemeyle ne oyun oynanır?
Diyalog dediğin, beklenmedik yerlere evrilecek.
Noktayı üçüncü satırda koyan konuşma kadar, çıkmaz sokak hissi veren bir şey var mıdır?
Konuşurken aslında insanlara dokunuruz.
Onları kendimize, fikirlerimize hatta hayallerimize doğru çekiştiririz azcık.
Bakarız katı mı, yoksa kurumamış bir heykel gibi izin veriyor mu çıkıntılara...
Kurumayalım, kurursak, sokaklarımız bir yere çıkmaz.
Bazen hepimiz, yerlere dağılıyoruz. Un ufak oluyoruz yerlerde.
Sağlığımıza bir şey olduğunda, kalbimizdeki birine bir şey olduğunda, kalbimizdeki biriyle bir şey olduğunda.
Yere yapışınca, gülerdim eskiden. Şimdi değiştim, yere yapıştıysam bağırıyorum, ağlıyorum, sızlanıyorum.
Çünkü içimdeki duygu o aslında. Eskiden kedinin kakasını kuma gömmesi gibi hızlıca kapardım üstünü.
Sonraları çıkıyor ama onun kokusu.
O yüzden, yerdeysen canın acıdı, canın acımış gibi duygulanabilirsin nokta.
Şimdi yağdırıyorum yağmurları. Hava bozsun. Hep güneşte olamaz, hep gölgede saklanamazsın.
Fakat başka bir şey fark ettim o da, asıl önemli olanın kalkma hızın olduğu.
‘Hemen kalkın, silkelenip güle oynaya yola devam edin’ değil bu.
Bu, düşünce yerde kalma süren.
Bu süre, büyüdükçe, kendinin daha iyi bir haline evrildikçe kısalıyor.
Yer de seni daha hızlı kaldırıyor, bacaklarındaki ve içindeki güç de.
Güneş bulutlardan daha kısa zamanda çıkıyor artık. Ve benim yeni kahramanlık tanımım bu. Düşeceksin. Düşmeden koşmak yok. Düşmek koşmanın parçası.
Senin elinde olan kısmı, yerden kalkma kısmı.
Hatırlayın, filmlerde olur ya, kahramanımız artık bitiktir. Yerde ölü gibi yatmaktadır.
Fakat, gel gör ki, kahramanlar yerde kalmaz. (Bu da üçüncü dövmem olsun).
Yerde kalırsan, ufku görmez olursun.
Kalkacaksın. Her seferinde biraz daha hızla. Kendi kahramanın olacaksın ki, başkasının da kahramanı olasın.
Yoksa bir küçük oğlan, bütün gün sana bakıp napsın.
Paylaş