Bir takımın parçasıyım. Daha doğrusu bir takım yıldızın.
Her sabah dörtte kalkıp, bunu dert etmemem bu yüzden.
Çünkü artık bir nevi askerim, silahını gözlerinde taşıyan ve oradan ateşleyen.
Her sabah 4.5’ta yola koyulurum. Bir buçuk saatlik bir yol. Kısa değil ve uzun değil. Hayat kadar.
Ayın selam verip gökyüzünden indiği ve güneşin yavaş yavaş merdivenleri çıkarak sahne aldığı saatlerde seyirciyim.
Bazen düet yaptıkları da olur...
O sırada iki köyden geçeriz. Herkes uyurken, biz tekerlekleri yuvarlarız.
Koyun sınırında şu şarkıyı duyulur, dikkatle dinlenirse: Korkar durur gitmez koyun en son çitine/ inanır o sınırda dünyanın bittiğine...
Kapısında plastik toplar asılı bakkaldan başlayıp, tren yoluyla sona erer koy. Ya da ben öyle işaretlemişim.
Bazen her şeyin ne kadar da basit olduğunu, tabak gibi görebiliyorum.
Sonra, karavanıma varırım. Hava çok soğukken. Sağ boşluk, sol taş, önüm eşek, arkası set. Sete geldim demek. Bu boşluk benim hazırlandığım yer. Başka biri olmaya. Bana benzeyen biri. Ama o daha cesur, daha sahiplenici ve bağırabiliyor.
Kahvaltı, çay, in karavanından. Yürü yürü, boyan, in o tırdan. Geri karavana bin, giyin. İn karavanından. A!, güneş sahnede pırıl pırıl. Gözümü almak istiyor, ama veremem. Kamera gözlerime bakacak çünkü. A!, bütün köy burada. Bu çağda bile değiliz.
O kadar şanslıyız ki, ne ceplerimiz çekiyor, ne gazete, ne internet. Bir milyon yıl öncesindeyiz hakikaten. Zaten ne bulunmuş ki medeniyetle. Çok az.
Sonra oyun başlıyor. Yemin ederim hayattan daha gerçek. Oyunda sırası geçen, gölgeye kaçıyor. Üzerimizde kürklerle, hiç olmadığımız kadar çıplak, çay içiyoruz. Hiçbir yerde. Uydurulmuş bir yer. Mağaralar var diye, burası seçilmiş. Bana uyar. Ben çok gülüyorum burada, sonrasında ağlamayayım... İnsan, gülmekten, artık gülemez olduğu bir yere varıyor. Tuhaf ruh hali. Kahkahalar da, bittikçe dolduruluyor demek.
Arada, hep beraber, karavanların oraya yemeğe gidiyoruz. Hızlı hızlı, ne varsa, bol bol. Diyet yok ki bu çağda. Ne bulursan yersin. Hem çok çalışıyorsun, şişmanlamazsın.
Kendini bir şeyin içinde unutan insan, yağ tutmaz. Yaşlanmaz ve mutsuz olmaz. Kendini kaybeder. Kendini kaybeden herkes, bulacağı yeri bilir. (’yazın bunu, bu güzel oldu’*)
Çok çok güzel burası. (İstanbul’a gelmiştim bir günlüğüne, hemen dönmek istedim. İstanbul, sevmesini bilmiyor adam gibi.)
Akşamüstü güneş gidince, oynamayı bırakıyoruz. Köylüler gibi, uyumaya dönüyoruz. Günlerimiz değişik bizim, şehir insanından. O saatler de çok güzel... Koca bir tarlada, yorgun, koca bir dairenin bir teğeti olup, futbol topu çevirmek, topun ayağına gelmesini beklemek, çok güzel.