Anlat bana Keith baba!

Doğar doğmaz başlar savaşİyilerde vanayı açıpKötülerde kas çalışmakTamamen sana kalmış

Haberin Devamı

Adam içten. Seninle ve hayatla konuşmasını seviyorsun hemen. Diyorsun ki, ‘bu adam hava yapmıyor’, ‘bana kendini allayıp pullayıp kakalamaya çalışmıyor’. Zaten artık kimsenin öyle tiplere tahammülü kalmadı. Benimle adam gibi gerçekleri konuşucaksan gel. Yoksa zamanımı alma, değil mi ama?
İşte bu adam, sana yaşlı bedeninin gencecik kalbini açmış. Bin sayfalık hayatının iki yüzüncü sayfasındayım ve Keith, Keith oldu bile. Bundan sonrası, şu ana kadar çıkan özeti yaşamasından ibaret. Yani tezim şu: hayatın özeti, ilk iki yüz sayfamızda çıkıyor. Alarm alarm!
Gözünüzde canlandırın. 1945’te doğmuş. Savaş yılları. Yoklukla büyüyor. Hep ‘savaştan önce’ diye başlayan cümleler duyuyor evinde. (Koy cebe, ‘savaş kötü şey’i.)
Tek çocuk. ‘Tek çocuksan, sürekli büyüklerin kendi aralarındaki konuşmalarını dinler durursun’ diyor. Oynayacak kimse yok ki. Hem yalnız oluyorsun hem de yaratıcı olmak zorundasın. Hayallere dalman iyi olabilir sıkılmamak için. Annesi, hep müzik dinleyen, müziği çok seven bir anne. Büyükbabası Gus, piyano çalıyor, gitar çalıyor ve Keith’le çok zaman geçiriyor. Ne yapsın adam sekiz kadınla yaşıyor ;) Biri karısı, yedisi kızı. (Koy cebe müziği.)
Oturdukları mahalle, Londra’nın güney doğusu. Okulunda serseri çok. Çıkışta, genelde dayak yiyor. Canı çok acımış numarası yapıp çok bağırırsa, dayağın daha kısa sürdüğünü keşfediyor ve bu numarayı sık sık yapıyor. Fakat bir gün aklına parlak bir fikir geliyor ve okuldan bir çocuğa, eğer eve onunla yürürse ödevlerini yapacağını söylüyor. O gün, ilk kez onlara kafa tutuyorlar. Bir güzel dövüyorlar serserileri. (Koy cebe, hayat zor ama istersem yenerim.)
Televizyon diye bir şey yok. Radyo var. Radyoyu bir gece odasında gizlice dinlerken (çünkü uyku saati), radyoda Elvis var! Kim bu Elvis? Nereden çıktı? Bu nasıl bir kayıt, nasıl bir şey bu rock’n roll? Nasıl bir şarkı bu ‘Heartbreak Hotel’? (Koy cebe, rock’n roll’u.)
1900’lerden önce, müzik kayıt edilmiyordu. Yani müzik dinlemek istersen, konsere gitmek zorundaydın. Bu da onu bir lüks yapıyordu. Derken, müzik kaydoldu ve herkesin oldu! Evinde koltuğunda otururken, Elvis senin için söylüyordu işte.
Üstelik evinde, hemen yanında gibi bir kayıtla! Bu, müziğin kağıttan okunmasının gerekmediği bir zamanı getirdi.
Dinleyerek, kalbinle okuyup çalabilirdin müziği nota okumayı bilmesen de. İşte Keith bunlardan... Sevdiği her şeyi çalmaya başlıyor. Sevdiği adamlarla aynı anda solo atıyor odasında. Bu, büyük bir şey. (Ben de bu duyguyu hatırlıyorum çocukluğumdan.)
İlk küçük konserini, başka bir gitaristle veriyor ve hemen o gece bir kız onu öpüyor. (Koy cebe, gitar çalarak kızları tavlayabilirim.)
Okuldan kovulmadan önce müdüre soruyorlar: Sizce bu çocuk ne yapabilir? Bir yeteneği var mı? Müdür ‘Güzel resim çiziyor’ diyor. Ve Keith’i sanat okuluna yolluyorlar. Keith orada, üniformasızlığı, sanatçıları ve sanatçı gibi yapanları görüyor. Başka var olma şekilleri de olduğuna şahit oluyor. (Koy cebe, ben bir sanatçıyım.)
Hep gitar çalıyor ve plaklar topluyor. Plaklar topluyor ve gitar çalıyor... Durmaksızın aşkla. Sonra, bir gün bir tren istasyonunda, elinde plaklar dolu bir Mick Jagger’la karşılaşmasına şaşırmıyorsun.
Şaşırmıyorsun değil mi? (Şaşırdıysan, ceplerine bak.)

Yazarın Tüm Yazıları