Paylaş
Ne zaman hakkında çıkan yalan yanlış haberlerden, hayatının gidişatından, yetişememekten, hayal kırıklığından filan ‘ruh burkulması’ (tamamen şu an uydurduğum bir kavram) geçirse, hayali bir ‘aklını başına alma düğmesi’ne bastığını anlatıyordu.
Henüz yolun başında, üstelik binlerce spot altındayken, karanlığa düştüğünde böyle bir düğme uydurabilmesine hayran oldum.
Şişelerin diplerine de dalabilirdi, bir sürü sakinleştirici, yatıştırıcı, unutturucunun tadına bakabilirdi, terapistlerin koltuklarına uzanabilirdi.
Genç, güzel ve çok yeteneklilerin girdiği ‘çok sıkıcı’ kategorisine girmek istemeyip, kendine çizikler de atabilirdi.
Bunlara girmedi. Bir düğmeye basmayı tercih etti:
Aklını başına alma düğmesine.
Bu düğmeye basılınca, içinden şu cümleyi duyuyormuşsun:
“Hayatın harikulade ve şikayet edecek hiçbir şeyin yok.’”
O kadar. Bu hatırlatma düğmesine bastığında, beynindeki bütün o yüzey kirlerine elveda diyorsun. Aslolanı, gerçekten önemli olanı hatırlayıp, merkezine dönüyorsun.
Unuttuğun kıymetleri saymış oluyorsun kendine ve bu iyi şeyleri parlatma işlemi sonrası, diğerleri görünmüyor bile. Tekrar mavi gökyüzüne kavuşuyorsun ve bulutlar hızla uzaklaşıyor kafandan.
Tökezlediğin şeyin seni düşüremeyeceğinin farkına varıyorsun. Bu büyük bir farkındalık, çünkü insanın yola devam etmesini sağlar. Şikayetlerini, kağıttan uçak yapıp pencereden bırakırsın.
Gitsinler, boşlukta uçup uçup çöp olsunlar. Kim hayrını görmüş ki şikayetin? Hangi mızmızlama kükremeye dönüşmüş? Genelde ‘hiç’ olur cevabı, böyle soruların.
İnsanın gerektiğinde kendini, bir çocuk azarlar gibi azarlamasının faydasına inanıyorum.
Aklımız ne yazık ki hep başımızda değil. Bazen içimde, takılı bir teyp buluyorum.
Lost adasındaymışım gibi, bir cümle tutturmuşum mesela. Uykudan önce mesela. Uyuyamadığımız zamanlarda genelde olur ya hani, hemen tutuyorum omuzlarımdan, kaldırıyorum kendimi havaya, bir-iki silkeleme, bir-iki ses yükseltme, üç-beş işaret parmağı sallama, sonra oh...
Susuyor. Kesiliyor. Ekosunu bile duymaz oluyorsun. Sadece kalp atışlarını duyar ve buna şükreder oluyorsun.
Gerçek olan birkaç çalı çırpıyı toplayıp, kendine kocaman bir ateş yakıyorsun. Bu düğme de o işe yarıyor bence. Taylor’un, bütün dünyada o kadar çok çocuk takipçisi, seveni var ki, bir tanesi koluna bunu bilezik yapmış.
Ne güzel küçücükken ‘aklını başına alma düğmesi’nin varlığından haberdar olmak. Onu koluna takıp gezmek.
Ne güzel, sana ışık tutan birinin, sana içinde böyle bir düğme olduğunu fısıldaması.
Nice kocaman insanlar görüyoruz, kendi karanlıklarından her yeri siyaha boyadıklarını göremiyorlar. Neyse ki düğmelerin yerini gösterenler var.
Paylaş