Paylaş
Ritme kaptırıp giderken, kendim bile şaşıyordum cümlelerin netliğine. Kelimeleri kat kat giydirmeye inanmıyordum artık. Bıkmıştım şaşaadan, simlerden, benzetmelerden.
Neyse onu söylüyordum, bitiyordu. Anlayan anlasıncı bakış, bir tür kaçıştı.
Bu kendi çapımda yaşadığım küçük devrime, ben de şaşıyordum. Nasıl berraklaşmıştım? Cümleleri nasıl kısa tutuyordum? Nasıl, ne diyorsam onu diyordum birden?
Buldum sonra. Onu okuduğum için. Her gün okuduğum için. Onunki gibi kesiyordum saçlarını cümlelerin. Bir moda gibi takip etmiştim.
Bir koku gibi sinmişti.
Birkaç dikkatli arkadaşım bu değişimi neye borçlu olduğumu sorduğunda, adını zikrediverdim: Ahmet Altan üslubuyla yazıyorum galiba.
Güzel yapılmış bir binada gibiyim. Asansörle hızla iner gibi, iniliyor artık paragraflarımdan. Yukarıdan aşağısı görülüyor. Şeffafım. Gittiğim yer belli. Ahmet Altan’ınki gibi, ayağınıza dolanmayacak cümlelerin virgülleri. Diyordum tam.
* * *
Her şeye, her yerden bakılabileceğini, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrendim. Çoğunlukla Hakan Yılmaz ve Stephen Voss’dan.
Politika ve felsefe öğretirlerdi. İlkokuldan, çocukluktan kalma, belli kalıplara dökülerek uzun uzun pişirilmiş düşünceleri alır, ekmek gibi bölerlerdi.
İnanılmaz rahatsız olurdunuz.
Noktaladığınız cümlelerinizi bozup, sonuna soru işareti koyarlardı. Tarihe bakıp, doğruları yanlışlar, yanlışları doğrularlardı.
Hayatta bıkmadan soru sormayı orada öğrendim. Okul cevap yeriydi ya, değildi orası.
Bir keresinde Stephen Voss’a, sorusuna uzun sorularla cevap verdiğim bir sınav kağıdı vermiştim. Verebilirdiniz.
* * *
Taraf gazetesinde Ahmet Altan’ı okurken de, bu derslere girmiş gibi hissediyordum kendimi ben. Başka yerden bakıştan korkmadığımdan, çok seviyordum onu. Durduğu yerde eğilip, bükülmeden, süzülüp dökülmeden bir heykel gibi durması hoşuma gidiyordu. Düşündüklerini korkusuzca dillendiren cesur bir adam.
Diyordum tam.
* * *
‘Peki bu Yasemin Çongar bu kadar kitabı hangi ara okuyor?’ deyip duruyordum tam. Küçükken, Hürriyet’te Necdet Şen’i nasıl bekliyorsam, onun cumartesi yazılarını, kitap tavsiyelerini de öyle bekliyordum.
Bence gece gündüz demeden, hızlı okuma kursuna filan gitmiş olmalı, deli gibi okuyordu. Yemek yiyor muydu? Muhtemelen okurken. Uyuyor muydu? Herhalde pek az.
Kendime sürpriz yapıp, bahsettiği kitabın resmine bakmıyordum. O kitapların yüzde 70’ini almışımdır. “Thinking fast and slow”a (Hızlı ve yavaş düşünmek) başlamıştım tam.
* * *
Cumartesi sabahı, Taraf Gazetesi’nde artık yazmayacaklarını duyduğumda, çok şaşırdım ve üzüldüm.
Şimdi ben, cümlelerim tam kısalmış, ritme oturmuşken, kimden ilham alırım? Başka bakış açılarını kimden duyup, kendimi üniversitedeki gibi hissederim? Güzel kitapları kim herkesten önce okuyup, bana söyler?
Babam, yazımı beğendiği haftalar, “Kızım bravo! Bu hafta Çetin Altan gibi yazmışsın” der bana. Kızının, onun oğlundan etkilendiğini buradan okuyacak.
Ahmet Altan ve Yasemin Çongar!
Sizi okuduğuma çok sevindim.
Paylaş