Paylaş
Her sabah sincabın büyük bir aceleyle tırmandığı -gerçi o her şeyi büyük bir aceleyle yapıyor- ağaç meşe mi, kayın mı, diş budak mı?
Ağaçları anlatan bir çocuk kitabı aldım.
Her şeyi, felsefeyi bile, sanat tarihini bile çocuk kitaplarından öğreniyorum artık.
Hem basit anlatıyorlar, hem eğlenceli, oyunlu.
Ağaçların sadece kendi türlerine yardım ettiklerini duyunca şaşırdım.
Ben ormanı kardeşçesine sanırdım, hani şu meşhur şiirde dediği gibi.
Evet kardeşlik var ama aynı türdeysen.
Meşeysen meşelere yardım ediyorsun, kolluyorsun meşeleri, ama mesela kayın ağacını istemiyorsun yanında.
Onu beslemiyor köklerin, ona haber yollamıyorsun.
Ağaçların birbirleriyle konuştuklarını bilmezdim mesela. İnternet gibi bir ağ var altta.
Hem kökleriyle, hem kokularıyla konuşuyorlar birbirleriyle.
En garibi de mantar.
Mantar bir tür orman kuryesi gibi bir şey.
Ve o kadar uyanık ki, mantarları okuduktan sonra gidip yakından bakmak istedim, bahsettiği şu yerde biten koca kafalı şey değil mi diye...
Ormanda üç şey karaborsada.
Güneş ışığı, şeker ve su.
Ağaçlar, ihtiyacı olana şeker yolluyor. Bayramda gibi.
Ve bu şekeri oradan oraya taşıma işi de diplerindeki mantarlara düşüyor.
Bakın şimdi mantarın uyanıklığına. Mantar, meşenin ona başka meşeye vermesi için yolladığı şekeri ulaştırıyor meşeye.
Fakat arada sırada, meşenin meşeye yolladığı şekeri gidip kayına veriyor.
Meşenin hiç hoşuna gitmiyor bu! Mantar bunu niye yapıyor biliyor musunuz?
Eğer bir gün olur da, meşelere bir böcek ya da hastalık dadanır da kururlarsa, kayın ağacının da işine yaradığını göstermek için.
Kayınların arasında da sempati kazanmaya çalışıyor yani nolur nolmaz.
Vallahi doğaya baktıkça, barış değil savaş görüyorum ama böylesine bir stratejiyi mantardan beklemezdim.
Ağaçlar gece uyuyor. Kışın uyuyor.
Bazı ağaçlar yalnızlığı seviyor.
Mesela kavak, selvi, ladin...
Onlar tohumlarını uzağa bırakmak istiyor.
O yüzden yalnızlığı seven ağaçların tohumları, rüzgara binip uzaklara gidebilsinler diye, ya tüylü (benim alerjim olan polenler mesela) ya da kanatlı oluyor.
Ama yalnız ağaçlar daha az ömürlü oluyor.
İnsanlar gibi, ağaçlar da yan yana güçlü ve sağlıklı.
Ağaç bile olsan, böceklerden korunmak için, fırtınanın gelişini bilmek için, açsan suyunu şekerini almak için başka ağaçlara ihtiyacın var.
Ağaç anneler de bizim gibi, yavrusu gövdesinin dibinde olsun istiyor.
Gölgesinde yavaş büyümesini istiyor.
Eğer bir yavru ağaç, ışığı erken alır da hızla büyürse, daha güçsüz oluyor.
Çocuklara çocukluklarını hediye etmek lazım. Onları çabucak büyütmenin alemi yok. Ağaçlar bile biliyor bunu.
En sevdiğim şeylerden biri de, hayattaki gibi ağaçlarda da her şeyin zamanlama olması.
Eğer yapraklarını kışa girerken dökmeyi geciktirirsen, karlar yapraklarına yağıp ağırlıklarıyla kırıyor dallarını.
Eğer rüzgar, ‘bu sene erken gelecek kış’ dediyse sana, soyunuverip uykuya dalacaksın hemen.
Bir de ağaçlara kazımayın adınızı, aşkınızı. O hiç geçmiyor.
Ağacın canı yanıyor. O dallarıyla sırtınıza bir şey yazsa nasıl hissederdiniz?
Bugünlerde Avustralya’da bu kadar orman yanarken, ağaçların yok oluşuna daha çok üzülüyorum.
Onlar bizden binlerce yıl daha fazla yaşayan, dünyamıza nefes veren, su veren, bize meyve veren, odun veren, huzur veren, gölge veren, şifa veren harika canlılar.
Dünyanın en zekisi de biz değiliz ayrıca, baksanıza şu mantarın hesaplarına.
Paylaş