Paylaş
Affedemeyenler, bütün dünyayı bir yana atıp, patlıcan moru bir lekeyi çitileyip durur bir köşede. İki kaşlarının ortasındaki ince çizgiye dikkatle bakarsınız, jilet gibi katlanıp saklanmış kağıdı görürsünüz. O kağıtta, isimler, tarihler, olaylar yazar. Gözyaşıyla mürekkebi darmadağın olmuş bu histerik yazı, olur size alın yazısı.
Yakışır mı hiç, gün be gün tazelenen, değişen bu hayat ve bu insanları tenimize not etmek? Hele bir de o listeye kendi adını kazımak?
Affedemeyenler kelimesini değiştiriyorum. Yanlış yazmışım. Affetmeyenler olacak. Çünkü bugün, bilim bile bize gösteriyor ki, yüz trilyondan fazla nöron trafiği var beynimizde. Bu ne demek? Düşünce, bir nöronun başka bir nöronla konuşmasıysa; samanyolundaki yıldızlardan daha çok yeni düşünce ihtimali var. Yani, oturduğumuz yerde, hiç enerji harcamadan, hiç canımız yanmadan birini oracıkta, öylesine... affediverebiliriz. Affetmediğimiz insanın ismini (kendimiz de olabilir) alır, başka bir nörona bağlarız. Ve beynimizde ışıldayan bu yeni yol, bizi affetmenin cennetine ışınlar. Bu kadar basit. Peki neden bu kadar zor?
Sadece içinden “Seni affettim, hatta seni seviyorum” diyebilmek için, dünyanın öbür ucundaki bir minderin üstünde, tanımadığı insanlarla hıçkıra hıçkıra ağlayanlar... Amazon ormanlarında, şaman ayini yapıp kendini yerde kan ter içinde halüsinasyonlara bırakanlar... Hayattan elini eteğini çekip, nefes alıp vermeyi unutmak istemekle karıştıranlar... Geceleri gözlerini fal taşı gibi açıp tavana ‘affedilmeyeni’ resmedenler var.
Hepimizin karnının bir yerinde, küçük ya da büyük bir af dileyen var. Çoğu zaman da kendimizden af diliyoruz. ‘Aman’ diyoruz, ‘yaptı işte affet artık şu çocuğu. Çıksın ruhunun mahzeninden. Gökyüzü görsün. Hayatın nasıl da yenilendiğini görsün. Yeni şeyler düşünmenin, affettiğine bile koşarak sarılma ihtimalinin tadına varsın. Temiz, yepyeni sayfalara kavuşsun.’
Yaşamak böyle bir şey. Yaşamak, her an havada olan yeniyi içine çekmek.
Affedememeyi artık, duygular limanına bağlayıp rahatlayamayız.
O bizim mecburen hissettiğimiz bir şey değil. Onun kurbanı değiliz. Nasıl ki birini affetmeyen biziz, onu affeden de bizden başkası olamaz. Biliyorum... Bana da çok hudutsuz geliyor insanın kendisiyle baş başalığı. Ama işte baş başa. Ama işte kendinden ibaret bir alem. Ama işte herkeste sen. Sende herkes. Affetmediğini de kendinden biliyorsun. Herkesi kendinden tanıyorsun.
Affetmek zor, çünkü affetmek bir karar. Küçük de olsa bir kaydırma, bir sapma. Bir vazgeçiş. Bir kurtuluş. Peki herkesin kurtulmak istediğini de kim söyledi?
Hayat başına gelenlere teslim olarak ve onların ‘sefilleri’ olarak da, hiç kulaç atmadan akıp gidebiliyorsa... Kolayı buysa? Kendin için üzülmek seni bir sürü sorumluluktan muaf tutuyorsa? Hikayeni öyle yazıp bu masallarla hem kendini, hem etrafını uyutuyorsan? Ya affetmediklerin için varsan? Ya kendini affetmek kendini sevmekse ve sen bunu aklının ucundan bile geçirmediysen?
Cumartesi Kadir Gecesi’nin bana fısıldadığı af kelimesi beni buralara getirdi. Dilerim her okuyan, hemen şuracıkta hıçkırır gibi affediversin affetmediğini, en başta da şu güzel nefesinden tanıdığı kendini.
Paylaş