Paylaş
Adı “popüler problemler”. Ve ilk single’ı “Almost Like the Blues” (Neredeyse blues gibi) gösteriyor ki, artık iyice damıtılmış, elmas kıymetinde kelimeler dökülüyor ağzından.
İnsanın o yaşta artık yalanla, fanfinfonla, imajla işi olmuyor. Ne söyleyecekse söylüyor, gevelemiyor. Artık ne saklanacak bir sır, ne de sakınılacak laf kalıyor. Ayrıca, hayatın bizim henüz gitmediğimiz o rüzgarlı yalnız tepelerinde, insan avucunda hayatından geriye kalan üç beş sahici şeyle geziyor. Üç beş sahici insan, üç beş sahici duygu.
Leonard Cohen gibilerin çoğu insandan farkı, bu avucundakilere bakıp onları anlatabilmek. Hem de en pes ses tonuyla, hem de en sade müziklerle, hem de bir kuyumcu gibi dizerek sözcükleri.
Şarkının bir yerinde “Babam seçilmişsin diyor/ Annem değilsin diyor” diyecek kadar çocukluğuna yakın. O yaşta çocukluğuna yakın durabilenler ancak büyük sanatçılar herhalde. İnsanın çocukluğu nasıl da gölge gibi her gün yanında. Ama bu başka yazının konusu.
“Hallelujah” gibi sonsuza dek çalacak bir şarkıyı yazması beş yıl sürmüş. Beş yıl. 80 farklı dize arasından seçmiş. Hatta bir gün kendini, iç çamaşırıyla New York’ta Royalton Oteli’nin bir odasında halıya oturmuş, şarkıyı tamamlamaya çalışırken bulmuş.
Nasıl bir çaba. Nasıl bir değer vermek. Nasıl bir kelime ustalığı. Sanki onu kaba mermerden cilalı bir heykel yapar gibi yazdım diyor. O kadar acı çekerek. O kadar bulamayarak. Ve başarısını o kadar hak ederek.
O şarkıyı dinlediğimde, Salinger’ın “Gönülçelen”ini okuduğumda olduğum gibi olmuştum. Cümlelere inanamayarak. Derinliğe hayran olarak. İçinde erimek, onun bir parçası olmak isteyerek. Bu kadar sahici şeylerle insan çok sık karşılaşmıyor. Kutsal bir şey tarafından öpülmüş, her şeyi bir anda anlamış gibi oluyorsun.
“Acıklı güzel bir şarkı her zaman iş yapar” demiş Cohen. “Peki neden?” diye sorulunca da, şarkıları kadar şairane bir cevap vermiş, aynen çeviriyorum:
“Hepimiz acıklı bir şarkıyı severiz. Herkes yenilgiyi tadar. Kimsenin tam istediği gibi bir hayatı olmaz. Hepimiz sahnenin ortasında kendi kahramanımız olarak role başlarız ve zamanla kenara itiliriz. Kahramanımız yenilir, hikaye değişir, tepetaklak olur ve biz bir kenarda artık neden bize rol verilmediğini merak ederiz. Hatta neden rol istemediğimizi. Herkes bunu yaşar ve bu bize bir şarkının tatlı kaşığıyla verildiğinde kalpten kalbe bir yol açılır. Daha az dışlanmış hissederiz. İşte herkes gibi bu olup biten lanet olası şeyin, bu zincirin parçasıyız deriz. Herkes yeniliyordur.”
Herkes yeniliyor ne güzel. Kimse yalnız değil. Bense yarın çıkacak Leonard Cohen albümünü çocukluğumda Guns N’ Roses albumünü bekler gibi bekliyorum. İlk şarkının adı “yavaş”mış. Leonard bizden bir Afrika salyangozu kadar yavaş olduğu için özür diliyormuş. “Seni hiç sevdim mi?” şarkısında, “Ben seni sonsuza kadar sevebilecek biri gibi miydim ki?” diyormuş.
İnsan ancak bu kadar cesur olduğunda şarkı yazmalı. Yoksa susup beklemeli. İnsan bazen yarını beklemeli. Herkes yeniliyor ne güzel diye koltuğuna huzurla kıvrılabilmek için.
Paylaş