EY Allah’ın Resulü! Huzurundayım. Medine’deyim. Mezarını örten soğuk demirin içimi ısıttığı uzaklıktayım.
Ellerimi uzatsam mezarına dokunacağım, o kadar yakındayım. Seni örten toprağın ötesindeki Sen’i, görmek için önünden geçenlerin içindeyim. Kubbende, derinden derine duvarları okşayıp gelen salat ve selamın yankıları var. Benim de dudaklarımda; ’salat ve selam sana ey Nebi!’ duası. Salat ve esenlik sana ey iki cihanın güzeli, ey Medine’nin gülü, ey sevgililer sevgilisi...
* * *
Huzurundayım. Şakaklarına birkaç gün içinde düşüveren akları sayıyorum. Sayıları belki 15-20. Şakaklarının, saçlarının aniden beyaza dönmesi ürkütüyor beni... Ağır geliyor bana. Soracak oluyorum: "Ey Resul! Ne oldu sana, neden birden saçlarına ak düştü" diye. Sadık dostun Hz. Ebu Bekir (r.a.)’e verdiğin o cevap aklıma geliveriyor. Derinden sarıyor beni. Ebu Bekir! Hud ve Vakıa sureleri ihtiyarlattı beni! Hiç eğri durmamış hiç eğilmemiş peygamberi birkaç günde ihtiyarlatan ayet "Ey Muhammed! Emir olunduğun gibi dosdoğru hareket et!" uyarısıydı. Sanki ayet diyordu ki, bilesin ki kimsenin ayrıcalığı yoktur, kurtuluş senedi imzalanmamıştır. Allah’ın Resulü olsan da çizginde aynen öyle dur, hiç değişme! Aksi takdirde ateş sana da dokunur. Hatırası bile sarsıyordu.
Huzurundayım. Tebuk yolculuğunda, dinlendiğin ağacın dibindeyim. Bir anne kuş telaş içinde, sağa sola dalıyor, bağrışıp duruyor. Hemen ayağa kalkıyorsun. Etrafa seslenip; kim bu anne kuşu tedirgin etti diye soruyorsun. Arkadaşların ellerinde tuttukları yavru kuşlarla yanına geliyorlar. Meğer ağacın tepesindeki yuvadan almışlar. Anne kuşun feryadı bunaymış. "Hiç oynaşıyoruz", diyorlar. Hemen yavruları yerine koyun, anne kuşu tedirgin ettiniz, üzdünüz diyorsun. Yavrular yuvasına konuncaya kadar kuş kadar hafif yüreğindeki tedirginliğin devam ediyor.
Ey Resul! Bizimse yüreğimiz taş kadar sert. Kaskatı kesilmiş. Baksan bize, tanıyamayacaksın. Sevdiklerin sadık dostlarına hiç benzetemeyeceksin. Evet, aynen böyle, hiç benzetemeyeceksin. Halbuki aynı Kuran’ı biz de okuyoruz, aynı sözleri biz de duyuyoruz. Sadece duyuyoruz! Duymak anlamak için yetmiyor! Kuran’ı açılmasın diye kılıfına koymuşuz. Evimizin en güzel yerine. Güzel hafızlarımızın okuyuşlarıyla da duygulanmışız belki ama o ayetler ne anlatıyor diye içine hiç bakmamışız. Kuran’ı Kerim’i baştan sona meal veya tefsiriyle okuyan kaçımız var ki!
Huzurundayım. Sağımda solumda benimle aynı dini taşıyan insanlarla beraberim. Ama aramızda sevgi, birlik, beraberlik, diğerkamlık, fedakarlık duyguları ne kadar da azalmış. Neden diye soracak oluyorum sana Ey Resul! Soruyorum da nerede yanlışlık yaptık, neden birbirimizin kuyusunu kazıyoruz. Birbirimize hoşgörü, merhamet, sevgi, tolerans göstermiyoruz. Neden geçeceğimiz yollara tuzaklar serpiştirmişiz. Neden coğrafyamız bir kin ve nefret tarlasına dönüşmüş, neden! Sanki derinden gelen bir ses senin şu mübarek sözlerini hatırlatıyor: "(Gerçek) Müslüman, diğer Müslümana eliyle ve diliyle zarar vermeyen kişidir." Hadisinde geçen Müslümanı gerçek diye diye paranteze hapsettim. Gerçek Müslüman! Dedim.
Öyle olmazsa, sanki kendimizi bir an İslam dairesi dışında bulacağız diye korktum. Ağır olurdu. Kaldıramazdık. Ya peki, biz ne oluyoruz o zaman. Sadece Müslüman mı acaba. Sadece kelimede, kimlikte, cümlede, harfte, satırda Müslüman. Öyle ya.
Hani Müslüman hırsızlık yapmazdı, hani yalan söylemezdi, hak yemezdi, hani zülmetmezdi, hani zina etmezdi, hani gıybet etmezdi, hani gereksiz yere ot bile koparmazdı, hani bir hayvanı susuz yemsiz bırakmazdı, hani kadın dövmezdi, hani engelliye engel olmazdı, hani düşeni kaldırırdı, hani alın terini fakirle paylaşırdı, hani komşusu aç iken tok yatmazdı, hani işçinin hakkını teri soğumadan verirdi, hani kahine, sihirbaz ve büyücüye gitmezdi, hani düşmanına bile merhamet ederdi, hani darda kalan borçlusuna zaman tanırdı, hani haram parayı kursağına koymazdı, hani zulme rıza göstermediği gibi zalim de olmazdı, hani zalimin yanında mazlumun hakkını arardı, hani herkes uykudayken sırf Allah için seherde namaza kalkardı, hani bölücülükten, fitneden, ayrımcılıktan başkasını damgalamaktan uzak dururdu... hani... hani... hani...! Nerede o Müslüman...
* * *
Huzurundayım. Yanında Hz. Ebubekir (ra) Hz. Ömer (ra) uzanıyorlar. İki sadık ve güzel dostunla dinleniyorsun. İki dostundan Hz. Ebubekir (ra) sadık olmanın, vefanın, diğerkamlığın sembolüydü. Diğer yanındaki Hz. Ömer (ra) ise adaletin, kılı kırk defa yarmanın, hassasiyetin, teraziyi sağlam tutmanın sembolüydü. Sadakat (güvenilirlik) ve adalet insanlık için olmazsa olmaz temel direkler. İki yanında onlar var. Bize ne de çok şey hatırlatıyorlar. Kaybettiklerimizi hatırlatıyorlar. Toprağa gömdüğümüz iki ölmezi hatırlatıyorlar. İç alemimize, dış alemimize bakınız. Ne kadar özlüyoruz değil mi?
Ey Resul! Aslında arz edecek o kadar çok şey var ki! İtiraf edecek o kadar günahımız hatamız, sıkıntımız var ki! Biliyorum buyuracaksın ki itiraf ve tövbe, pişmanlık ve yönelmeler kula değil Yüce Allah’adır. Bizimki halimizi arz etmektir. İslam’da günahlar kula değil Allah’a affettirilir. Biliyorum. Belki binlerce dertten sadece birkaçıyla huzurundaydım. Şimdi ayrılıyorum. Şimdilik ayrılıyorum. Ayrılırken o huzur veren misk kokan güzelim mezarından, başı eğik bir şekilde birden Hz. Mevláná’nın sözleri içime geliyor. Sonra dudaklarıma. Mırıldanıyorum.
Pişmanlık ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle dua ve tövbe et. Zira çiçekler, güneşli ve ıslak yerlerde açar.
SORALIM ÖĞRENELİM
Şehitler nerdeler, nasıllar o alemde?
Ömer ERDOĞAN /İZMİR
Şehitler nerede, nasıldır cümlesiyle ifade ettiğiniz sorunuzu Bakara suresinin 154. ayetiyle Ali İmran suresinin 169-170. ayetleri açıklamakta, onların gerçekte ölmedikleri vurgulanmaktadır. Zira ölüm denilen hakikatin ruha değil bedene geldiği, ruhun bedenden ayrıldıktan sonra ölmeyeceği Allah’a imanı olanlar için bilinen bir gerçektir. Şehitlerin Allah rızası için canını feda etmeleri ve Allah indinde büyük nimetler görmekte olmaları, ilahi bir takdir ve lütuftur. Dünyamızda yaşayan yığın yığın insanlar ne şekilde olursa olsun bu dünyada yaşamayı gaye edinip ona elden çıkarmamak için çoğu zaman insanlıkla bağdaşmayacak düşük yaşantılara ve zillete katlanmayı kabullenirken, yüce bir gaye uğruna en değerli varlıkları olan hayatlarını feda eden yüksek ruhlu şehitlerimiz, Allah nezdindeki ulvi yaşantıya öncelikle layıktırlar.
Doğumdan sonraki lohusalık kaç gün devam eder?
Y. AKAY/ ANKARA
Lohusalık hali en fazla 40 gün devam eder. Eğer kan, 40 günden fazla sürerse fazla olanı istihazıdır, yani ibadete engel olmayan akıntı sayılır. Lohusalığın azının sınırı yoktur. 40 günden önce de kan kesilebilir. Bu durumda kadın 40 günün tamamlanmasını beklemez. Boy abdesti alınır. İbadet ve normal aile hayatına devam edilir.