Paylaş
GEÇEN hafta kaleme aldığım “Yo-Yo Ma ile The Silk Road Ensemble”ı İzmir’de ağırladığımız ve “Festival Özel Konseri”ni anlatmaya çalıştığım yazıyı özlemle karışık bir soruyla bitirmiştim: “-İpek Yolu- deyince, toplulukta bir Türk sanatçının tavrını da arıyor insan. –Belki bir gün- mü? Santur, kanun ya da ney sesi, derûnundaki panzehirle yakışmaz mıydı, -yol’un ortası-na?”
İKSEV’in Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Sirel EKŞİ’den bir mail aldım, bir bölümünü paylaşıyorum: “... Sohbet toplantısında topluluk üyelerinin nasıl seçildiği soruldu Yo-Yo Ma’ya. Cevap sanırım aralarında niçin bir Türk sanatçı olmadığını da açıklayacaktır. Yo-Yo Ma, asla seçme yapmadıklarını anlattı. En başta (İranlı keman sanatçısı) Kayhah Kalhor ile işe başladıklarında arkadaşlar arkadaşlarına söylemiş. Kendileriyle çalmak isteyen sanatçılar sazlarını alıp gelmiş. Bu gönüllü ve özverili yolculuğa onlarla çıkmak istediğini söyleyenlerle büyümüşler. Sürekli birlikte değillermiş. Yılda bir kaç kez konserlerde buluşuyorlarmış. Yaşama bakışları, sanat anlayışları, disiplinleri, entelektüel düzeyleri ile pek çok sanatçıdan çok farklılar. Ve sanırım kendilerine bu anlamda katılmak istediğini söyleyen bir Türk sanatçı da çıkmamış.”
Elim ister istemez Sedat ANAR’ın imzalayarak armağan etmek nezaketini gösterdiği albümlere uzandı. Halfeti doğumlu ve henüz 30’una gelmemiş bu genç adam, Ankara sokaklarının yakından tanıdığı bir yüz. Birçok tiyatro oyununa, belgesel ve kısa filme, albüme santuruyla eşlik etti. Türkiye’de ve yurt dışında birçok festivale santuruyla katıldı. 2013’te, “Belagat” adıyla Türkiye’deki ilk solo santur albümünü çıkartmıştı. Bu yıl da Kalan Müzik etiketiyle “Âmâk-ı Hayal”i bırakıverdi önümüze.
Neden “Santurzen” olmayı seçtiğini ise şöyle açıklıyor: “Santuru ne Türkler, ne de İranlıların çaldığı gibi çalıyorum. Ben santuru İran motifinden alıp hem Hint, hem de Anadolu motiflerini kullanarak çalıyorum. Bütün bunları geleneksel geçmişini unutmadan yapıyorum… İran’da Navid Pirmohammedi’den ve Cavid Mousapour’dan santur, Arash Ruygardan erbane (daf) ve tenbur dersleri aldım. Üzerine Anadolu tekniklerini de ekledim. Bunlara kendi tekniğimi katarak geliştirdim çalmamı. Yeni albümümde de sadece bir ülkeyi, bölgeyi değil, kelimenin tam anlamıyla Doğu’yu görmek mümkün...”
Benim kulağımda bıraktığı izlere gelince... İran, Kürt ve Ermeni müziği üzerine araştırmalar yapan ANAR’ın albümlerinde, Fars ekolünün müzikal dokusu yanında, Afgan renkleri de var. Sözü “İpek Yolu” ile açmıştık. ANAR’da “yol” bir tane değil sanki, tasavvuf iklîminden de beslendiği anlaşılıyor. Özellikle ikinci albümü “Âmâk-ı Hayâl”de, “Filibeli”nin rüzgârını da arkasına almış. İkinci ve üçüncü eser neredeyse Bektaşi nefesleri tadında. Etnik esintilere sadakati hayli belirgin. Aynı perdelerde ısrarla dolaşması, yeni albümlerde başka makamları da deneyeceğini müjdeliyor. Sanatçı, dinleyicilerini 1500 yıllık bir geçmişe, “hüznün çalgısı santur”un büyülü dünyasına davet ediyor. Dinlerken, “İpek Yolu”nda yürüdüğünüzü hayal edip-etmemek size kalmış.
“Yola ve yollara yabancı değil” aslında. Ankara’da Karanfil Sokak, Hamamönü, Konur Sokak, Tunalı... Adını saydığımız kaldırımlar hep tanıyor ANAR’ı... Bu yıl Ramazan’dan beri Aliağa’yı mesken tuttuğunu da biliyoruz. Peki ya İzmir’in sokakları? Bornova’ya, Küçükpark’a bekliyoruz...
Paylaş