Paylaş
Bugün geldiğimiz noktadan dönüp geriye baktığınızda, “Türk Musiki”nin başına gelenlerin tarifi, geçen salı gecesi (11 Ağustos) itibariyle şöyle yapılabilir sanıyorum: “Bakmayın, Şairin ‘herkesin bir hikâyesi vardır, ama herkesin bir şiiri yoktur’ dediğine, (hikâye ve şiir ne kelime…) “Çimenlik Kalesi’nde bulunan herkesin bir şarkısı vardı o gece…”
Çünkü bir tarafta, itelenip kakalandığı 1930’lu yıllarda, “O”nu yücelterek konser salonlarına taşıdığı,
ilk kez, bir sahnede ayakta durarak, tek başına şarkı söylediği için, “Türk Musikîsini ayağa kaldıran adam” seslenişine lâyık görülmüş, ilk bestesini 40’lı yaşlarının “dem”i ile vücuda getirmiş “baba” Selçuk’un, Üstâd Münir Nurettin”in besteleri… Diğer yanda, bu bestelere (el yazmalarına sadık kalmayanlara vermem… diye) sahip çıkarken, “…her söylemek isteyen, bu zor eserleri, kendi sınırlı yeteneği doğrultusunda seslendirecek ve çeyrek asır sonra bu eserler tanınmaz hale gelecekti. Şükürler olsun, ben bu devrimci, mücadeleci ruhu, bana ışık tutan iki eşsiz Mustafa’dan aldım. Birincisi, ‘bütün beşer yanıyla ilahi, zaman ötesi ve bir daha gelmeyecek olan’, ötekiyse, “Allah her başı dertte olan ulusa böyle bir kahraman armağan etsin’ cümleleriyle dik durmaktan vazgeçmeyen, “oğul” Selçuk’un, emaneti (hâlâ bembeyaz kıyafetleriyle hiç kirletmeyen) beyaz piyanolu Timur Selçuk’un besteleri… Ve nihayet, yukarıdaki anafikrin ışığında, bu bestelerin “Altuğ Dilmaç’ın yorumuna emanet edilmesinin, asla bir tesadüf olmadığı” gerçeği… 65 kişilik “dev” kadrosuyla, “maestro Timur Selçuk”u da kendine hayran bırakan Bodrum Oda Orkestrası’nın, “artık senfoni olmak zamanıdır” dipnotu…
Uluslararası Troia Festivali kapsamında, “Çanakkale Efsanesi”nin 100. Yılına denk getirilmiş (ve 7-8 yıllık bir proje olduğu söylenen) konser için, “…öyle bir repertuvardı ki, bestelerin en yenisi 50 yaşındaydı” dersem, “Münir Baba”yı sahnede izlemiş (ve kendisiyle yaşıt) rahmetli dedemden kızıma kadar, abartısız 4 kuşağı sarmalayan bir müzik evreninden bahsettiğimi anlatabilmiş olurum herhalde. Organizasyonun Sanat Koordinatörü, (hep gölgede durmayı tercih eden…) Numan Pekdemir, “ince ayar bile nerdeyse 5 ay sürdü” diyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün katkıları, Çanakkale Belediyesinin desteği ve Dardanel’in sponsorluğunda dinleyicisiyle buluşan konseri izlemek için, buradan Çanakkale’ye gittik ve geldik aynı gece; “ya bu kadroyu İzmir’e davet edecek bir babayiğit çıkmazsa ?” endişesinden tabii… Neden bu kadro ?
“Opera’dan, caz’a, tango’dan napoliten’e” kadar her telde dinlemiştik kendisini… Bu kez Altuğ Dilmaç’ı, “opera büyüsüyle eğitilmiş parlak sesi” için çok da kolay olmayan farklı bir renkte, “alaturka gırtlağı”nın zor virajlarında izledik. “Sanatçı” olmak, bu yorumu başarmaktı. Bir “Cumhuriyet aydını olarak, bu sentezi içine sindirmek”ti dahası… Son çıkarım, orkestramız için de geçerli elbet !
Nihâvend ile yırtıldı perde… “Sensiz ey şûh…” dediler, “âvare”lendik… “Geçen yılı yâd edip üzülme ey Sevgili” dediler, “kanmış” göründük. Yoksa mümkün müydü, “sahil seni, rüzgâr seni, akşam seni beklerken…” bu söyledikleri ? “Bağdat’ın âşıkı”ndan, şehirlerin en “aziz” olanına, “İstanbul”a uzandık; “Mercan Selçuk”un türlü çağrışımlar taşıyan zarif “semâ”ı eşliğinde…”Rintler”, yine ve tıpkı böyle bir akşam düşlemişti; kimse hayal kırıklığı yaşamadı… “Endülüs’te raks” edip, “merdivensiz kaldığımız kör kuyular”a ekledik gözyaşlarımızı… Semt-i Nihâvend’e kadar gelmişken, elbet Kalamış’a da uğradık. Gazelindeki, “ah baba kendine göre bestelemişsin, hiç oğlunu düşünmemişsin…” avâzesi, sanatın içinde, ayrı, sıcak, “kendiyle barışık ve sevimli bir ironi”ydi… Bodrum Oda Orkestrası, “Üç İstanbul”u seslendirirken, fikrimizi “ikinci perde”ye hazırlıyorduk…
Timur Selçuk besteleri, “Son âşık ve kırık kalpler…” rüzgârıyla başladı. “Böyledir akşamları İstanbul’un dediler ardından… “Ne farkı var -New York New York-tan ?” diye iç geçirdim. Konserde birbirini tazeleyen taraflar, “Bugün yarın daima…”da buluştular. Temiz kalbimizle, “Beyaz güvercin”in notalarını uçurduk peşinden. “Sen nerdesin ?”, onun ardından kanatlandı. Vakit tükeniyordu; “Ayrılanlar için”di ötesi… “Yeter yeter !” diye efelendik yine “İspanyol Meyhanesi”nde… (Bulutların arasında, yıldızlara yükselen kadehler gördük sanki bir an…) Senfonik “Nihâvend Longa” ile el salladık birbirimize… Eee, neresinden baksanız, 4 saatlik yolumuz vardı daha; “Otomobil uçar gider…” ile uğurlandık. İyi ki varsınız ! Bu konserin “bis”i İzmir’de olmalı…
Paylaş