Paylaş
Bolâhenk Nuri Bey’in, Hicazkâr / Aksak Semaî şarkısındaki seslenişi meselâ: “Ah benim serv-i hıramanım benim sen nemden incindin ? / Gonca dehen sîmin beden hayranın olam incinme sen... / Saadet burcunun mâh-ı, letâfet milkinin şâhı / Gonca dehen sîmin beden hayranın olam incinme sen...” bir “mûsıkî terbiyesi”nin sorusudur.
Tanburî Büyük Osman Bey’in, Hicazkâr makamında; “...Gül yüzünü seyredip can ile sevdim seni / Kim ki görüp sevmeye sen gül-i nâzik teni ? / Cevre sezâdâr edip hasılı bu bendeni / N'oldu sebep firkat-i rûyine yaktın beni ? / Sabrı güç arâmı güç derde uğrattın beni...” diye târif ettiği “Curcuna” sevdâ, “incelmiş” bir serzenişin feryâdıdır elbette...
“...Bir Nigâhın Gönlümü Etti Esiri Aşkın Âh / Her Zaman Kan Ağlarım Derdinle Ey Çeşm-i Siyâh / Yâreledi Tîr-i Müjgânınla Kalbim Gam-penâh / Her Zaman Kan Ağlarım Derdinle Ey Çeşm-i Siyâh”a geldiğinde sıra, Tanbûrî Cemil Bey’in, “bir bakışla, bir bakıştan çok fazlasına tutsak olan” Ferahnâk (Eviç) gözyaşı süzülür yanağınızdan.
Peki, Nikoğos Ağa'nın Acem Kürdî Yürük Semaii;“...Bâri felek ben yüzüne söyleyim / Bu güftârı niceye dek söyleyim ? / Aman felek sohbetini neyleyim ? / Gayrı felek nasıl dilek etmeyim ? / Aman felek denen elde gitmeyim...” avâzesinde, hicâb perdesini aralayan zarafetiyle meşhur, değil midir zaten ?
Bu albümün ilk eserine gelince... Geleneğe pek uymasa da, bana göre, en sonunda tekrar dinlenmeli... Dede’nin Sultân-î Yegâh şâheseri; üstelik Yürük Semâi’in kendi mûsıkîsiyle şöyle demekte çünkü: “...Şâd Eyledü Cân-ü Dilimi Rûhi Revânım / Kurbân Edeyim Râhına Nakdî Dil-ü Cânım / Dil sende gözüm sende ne var sen efendim / Tâ'dât Edemez Serde Hezâr Olsa Zebânım...”
Çünkü bu eserin, bir de “terennüm”ü var ! Türk Mûsıkîsinde “terennüm”, Turhan ve Mülkiye Toper’den, daha 1970’lerin sonlarında öğrendiğimiz cümleyle; “güftenin tükendiği, lâkin bestekârın duygularıyla, hayalhânesindeki mûsikînin daha bitmediği anlar ve heyecanların mahsûlü...” diye resmedilir. (Caz’daki "da di dü da”lar, tekke mûsıkîsi’ndeki "aman aman"lar, türkülerimizdeki "dari niri nam dari niri nom"lar, flamenko'daki "ay ay ay”lar da aynı familyadan olmakla birlikte...) Klâsik Türk Mûsikîsi’nin (dümtekâ düm tek yakıştırmasıyla...) zaman zaman örselendiği bu (anlamsız hecelerden oluştuğu için anlamsız zannedilen) tekerlemeler, aslında sözlere anlam giydiren ve onları tamamlayan “sanat dokunuşları”dır. En mükemmel enstrüman olan insan sesine tanınmış bir ayrıcalıktır adetâ...
Münir Nurettin Selçuk “ekolü”, Refik Fersan “ahengi” ve Şefik Gürmeriç “rengiyle”, bir “sanat terbiyesi ve mûsikî tavrı”nın son temsilcilerinden biri olan, “gözleriyle gülen” Hocamız; Türk Mûsıkîsi’ndeki “doğru tercihler”im adına, üstümde çok emeği olan Mülkiye Toper Hanımefendi’yi, Cumartesi günü Bornova’dan “sonsuzluğa” uğurladık. Tanışmamızın üzerinden 40 yıldan fazla geçmiş ! Arkasından çok şey söyleyip, yazmak isterdim; yazamadım, beceremedim... Diyebileceğim sadece şundan ibaret :
“...Dir ten ni ten / te ne ni ten nen ni te ne nen /
te ne ni ten nen ni te ne nen / nâtenedir ney...”
Paylaş