Paylaş
“Hakkında yazılmamış bir şey, söylenmemiş bir söz kalmış mıdır acaba ?” diye tedirgin olduğumu da saklayamazdım sizden… Dahası, bu yazı, “söyleten” için kaleme alınmış olmasına rağmen; “söyleyenler”in adını anmadan edemeyeceğimiz “söyleyişler” i ıskalamaya, cesaret edebilecek miydim ?
"Şadan Gökovalı’ya arkadaşım, oğlum desem azdır. Çünkü mevcut insanlar arasında beni temadi ettirecek – daha doğrusu temadi ettirmeye en müsait – insan odur. Ölsem, ölüm bana galebe çalmamış olacak. Çünkü Şadan var…” diyen, “Halikarnas Balıkçısı”ydı. “Her birini canımdan çok sevdiğim Türk gençleri içinde şu üçünü kendime evlat seçtim: Cengiz Bektaş, Şadan Gökovalı, Ayça Abakan” diyen ise, “Azra Erhat”. “Gün gelecek, biz Şadan Gökovalı’nın rehberlik ettiği tura katıldık diye övüneceğiz” cümlesi Onunla Anadolu’yu gezenlere, “Halikarnas Balıkçısı’na, ölümünden sonra her yıl bir kitap yazdıran kişidir Şadan Hoca…” betimlemesi ise öğrencisi “Nedim Atilla”ya aitti.
Mitolojinin tadına varışım, yukarıdaki satırlarda adı geçen Azra Erhat sayesinde olmuştu. Merak yüklü sorularımdan bunalan annemin armağanıydı bu tanışıklık… Şimdi masamın üzerinde duran "Mitoloji Sözlüğü"nün birinci baskısını, 1972’de onun elinde ilk gördüğümde, bana açacağı pencerenin büyüklüğü konusunda hiçbir fikrim yoktu. Düşünce ufkuma, hayal gücüme yapacağı katkıları aklımdan bile geçiremezdim. "Halikarnas Balıkçısı"ndan, "Homeros"a, oradan "Herodot Tarihi"ne uzanan yolculuğum, böyle bir raslantı ile başlamıştı. “Kriz yönetimi”ni Kassandra ile omuz omuza anlatışım ise, elbette yolun daha ileriki kilometrelerine rastladı. Bana “söylencebilim hakkında bilmediklerimi öğreten ilk kitabım”, bu yıl 44 yaşına bastı.
Gökovalı’nın, “ilk göz ağrım” dediği ve masamın üstünde duran bir diğer kitabın iç kapağında ise, “Karınca Matbaası, İzmir - Mayıs 1968” yazıyordu. Onu da, Aralık 2005’te, “dinleyeni şaşırtacak bir konuşma hazırlayabilemek için” müzayededen almıştım; daha “okuyanı şaşırtacak bir hazine”ye dokunduğumu bilmeden… Bugün 48 yaşında ve 2 yıl sonra yarım yüzyılı devirecek olan, “Yedi Bilge, Harika, Kilise, Uyuyanlar” adlı bu kitaba yazdığı sunuşta, okuyucuya bakın nasıl sesleniyordu “Balıkçı”: “Şadan Gökovalı’nın Yediler’e değin kaleme aldığı bu yazı, yukarıda sözünü ettiğimiz uygarlık tarihinde Anadolu’nun büyük payına işaret ettikten başka; turizmde hep üstün bir uygarlık iddiasıyla Anadolu’ya rakip olarak şımartılanlara, bilgiye dayanan bir cevaptır. Şadan Gökovalı gibi, araştırma, inceleme özlemi olanlara, kütüphanelerimizde başka başka ulusların yapıtları yoktur… / …merakları olanlar onları inceleyebilsinler ve yanlış bilgileri tashih edebilsinler. Bu mehaz (kaynak) yokluğunda Şadan Gökovalı’nın yazıları, zifirî karanlığı mum ışığıyla aydınlatmaya benzese bile –ki öyle değildir- alkışlanacak bir davranıştır…”
Okuduğunuz yazıya ilham veren ve benim, asıl sorulması gereken soruyu fark etmeme sebep olan “şaşırtıcı” ayrıntı ise yine “Balıkçı”ya ait bir anıya gizlenmişti. Aralarında geçen konuşmayı, bir makalesinde şöyle anlatıyordu Gökovalı: “Bir gün, bir İzmir gazetesinde okuduğum haberi ilettim ona: ‘Bergama Asklepionunda, kral Attalos’un sarayı bulunmuş!’ Balıkçı: ‘Neresini düzelteyim’, diye başladı; ‘… bir kez Asklepion’da değil, Akropol’da, kral değil, Konsil Attalos’un; sarayı değil evi ! Üstelik yeni değil, 76 yıl önce bulundu Konsil Attalos’un evi…’ Ben, ‘kimbilir ben neleri yanlış biliyorum?’ diye düşündüm...” Kitaplarım 50’ye merdiven dayamışken, bu hafta içinde, Prof. Dr. Şadan Gökovalı’nın 77. doğum günü kutlandı. Bana, “kimbilir ben neleri yanlış biliyorum ?” sorusunu armağan eden “Son Usta”yı saygıyla selamlamak istedim; nice yıllara “Merhaba…”
Paylaş