Paylaş
GAZETECİLİK zor zanaat... Hele yerel medyanın dinamikleri bambaşka. Avuç içi kadar minderde, kimse kimseye sürtünmeden bir tur bile atamazken, olan biteni “hemşehri”lerine doğru dürüst anlatacaksın... Bitmedi, bütün konuların kuyrukları birbirine değerken, yazdığın her konunun baş kahramanı ile asansörde, yemekte, toplantıda, otoparkta, yolda-sokakta, nikâhta, cenazede yan yanayken, dipdibe iken, saf tutarken, taviz vermeden gerçekleri söyleyeceksin. Deklanşöre bastığında kâğıda düşen fotoğraf herkesi memnun edecek. Siyasette darıltmayacaksın, ekonomide sıkıştırmayacak, sanatta kayırmayacaksın. EXPO’da rakiplere koz vermeyeceksin, sağlıkta felaket tellâllığı yapmayacak ve sporda küstürmeyeceksin...
İşte spor haberleri, sporla ilgili yazılar ve yorumlar, bu dengeler içinde, en hassas başlıklardan biridir. Sporun nabzı, sezonun başında başka atar, ortasında başka, sonunda başka... Ortalama sporseverin spor aklı da sadece “futbol düğmesi”ne basılınca çalıştığı için, haberin şerbet kısmı, zaman zaman nabzın bile önüne geçer.
Sezon başı manşetlerine bakarsanız, Egeli takımların bütün sorunları çözülmüş durumda. Transfer, borç-harç, altyapı, tesis, deplasman, taraftar, kadro, teknik heyet vs... Yine yazılıp-çizilenlerin sırtlandığı umut, bacadan çıkmış vaziyette. Sanırsınız ki, her şey yolunda ve Ege futbolu patlamak için tutuşturulmayı bekliyor. Çok değil, birkaç ay sonra, bu rüzgâr biraz biraz karşıdan esmeye başlar: “ama, fakat, lâkin, sanki, aslında...” Devre arasından sonra ise “takke sıyrılıp kel görünmeye başlayınca” bu söylenmeler, “söylemiştik, yine mi hüsran, elde var hüzün, umutlar tükenirken...” türünden bildik tekerlemelere dönüşür. Çünkü, futbola cansuyu verenlerin tamamı, (evet tamamı) günü kurtaran, “hoş manşetlik” tercihleri daha çok severler. Çünkü, pek çok konuda olduğu gibi güzel ülkemde, futbol bahsinde de “atmanın cezası yoktur”. Plânsızlığın, hesap bilmezliğin, umut tacirliğinin, karar veremezliğin, yetersizliğin, öngörüsüzlüğün, tribüne oynamanın bir yaptırımı bulunmaz.
Bu satırların yazarı, bu yazının anafikri konusunda haksız çıkmayı çok ister. Yanılmış olmayı, mahcup olmayı nasıl ister bir bilseniz? Hattâ, Ege futbolunda, “kendi kendime uydurmuşum özür dilerim” diyebileceği bir resmin oluşması için adak mı adasa acaba? Lâf aramızda, bu gidişatı ve bu öykünün bir kısırdöngü olduğunu bir tek ben görüyorsam “kötü...” Yok herkes farkında da saf saf bir tek ben yazıyorsam, o zaman “vahim”. “Bu seçeneklerden daha beteri var mı?” derseniz, yanıtım “var” olacaktır. O da, “mevcut tablonun pozitif olduğuna hakikaten inanıyor olma hali”dir ki, işte onun tedavisi de yok...
Ben “alaylı”yım mâlûm; gazeteci dostlar en doğrusunu bilir. Yine de futbol haberleri özelinde, genel bir “Manşet Sözlüğü” hazırladım; biraz gülelim diye... Ben karşılıklarını vereyim, göreceksiniz örnek bulmak zor olmayacak.
Aş Manşet: Ekmek parası yüzünden, gönülsüz gönülsüz atılan manşettir. Herkes sebebini bilir. Etkisi de sorumluluğu da sınırlıdır.
Boş Manşet: Atılsa da olur atılmasa da... Aslında hiçbir şey anlatmaz, sütun santim doldurur.
Hoş Manşet: Toz pembe hayalleri tarif eder. Tribünler ve kuru kalabalık için hazırlanır.
Kaş Manşet: İyiniyetle hazırlansa da neticede göz çıkartan manşet türüdür.
Koş Manşet: Birkaç gün üst üste atılır; birbirini tamamlayan, sürükleyici, peşinden koşturan, merak uyandıran cümleler kullanılır.
Kuş Manşet: Adını, kolay ikna edilebilecek okuyucu tipinden alır. Sadece bir grup kişinin etkilenmesi için hazırlanır.
Taş Manşet: Çok nadir rastlanır; dört dörtlük gazetecilerin kurgusudur. Doğru, etkili, çarpıcı ve ses getirendir.
Tuş Manşet: Atıldıktan birkaç gün sonra, mânâsızlığı ve uydurukluğu yüzünden, mucidini sırtüstü getiren, mahcup eden manşettir.
Yaş Manşet: Sonrasında, “keşke hiç atmasaydık” denilebilecek türden belirsizlik ve riskler içerir.
Paylaş