Paylaş
Burada, Sokrates’in diyalektik yöntemi uygulandı; öğretimde, “uygarca karşılıklı tartışabilme yöntemi” benimsendi. Bu haliyle, ayrıcalıklı bir öğretim kurumuydu Academia… Her yaştan öğrencisi vardı. Fakat öğrenciler sınavdan geçirilmez ve eğitimlerini tamamladıklarını gösteren bir diploma ile ödüllendirilmezdi; “yalnızca doğruyu araştırmakla görevliydiler…”
Bu sebeple, “Akademi” kelimesi hep heyecanlandırır beni… “Arkas Sanat Merkezi” hakkında, Doğan Hızlan’a, “…Gençlerin sanata olan ilgisini artırmak adına, beni en çok genç ziyaretçi kitlesi memnun ediyor…” demişti Lucien Arkas. Ceyhan Olten, “…Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şeyin zarafet olduğu düşüncesi ile çıkmıştık yola. Zarafetin, aklın ve duyguların birlikteliğinden doğduğu ve en önemli kaynağının da sanatçı olduğu bilinci ile... “diye yazmıştı “Olten Filarmoni”nin web sayfasında. Geçenlerde bir cümle daha ekledi hattâ, sohbet ederken; “Herkes kendi torununa hesap verecek…” Mesut Sancak da, çok benzer şeyler söyledi, “Folkart Academy”nin ,”Ustalarla Tiyatro Atölyesi” projesinin açıklandığı basın toplantısında. Ama, kapanışta sarf ettiği bir cümle vardı ki, işte o satır, mutlaka ışıklandırılmalı: “lütûf değil, mecburiyettir bu yaptıklarımız…”
Kamuoyu, “bildiklerini, bilmedikleriyle harmanlayarak” fikir oluşturur. Anlamlı-anlamsız yerlere savrulması da bundandır. Folkart’ın, “Sanata Değer” söylemi, zaten biliniyordu. Folkart Gallery ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Ana Sponsorluğu yanında, dünyanın önde gelen sanatçıları ve eserlerini İzmir’de sanatseverlerle buluşturan benzeri faaliyetler ile sanata verilen destekten de haberdardık. Ama özellikle tiyatronun, Cumhuriyet tarihinin “tartışmasız” en zor labirentlerinden geçtiği yıllarda, sanata ve sanatçıya sunulan desteği bu kadar köpürtmek, ayrı bir gözle değerlendirilmeli, başka bir el ile alkışlanmalı… Nitekim, soru-cevap bölümünde; Öcal Uluç da, “60 yıllık gazeteciyim ! İzmir’de sanatın, Cüneyt Gökçer’in ‘sürgün yerine çevirdiği, dansçıların tütün depolarında çalıştığı yıllar’daki seviyeye gerilediğini görmek beni çok üzüyor(du)…” diyerek; sanıyorum, “bu desteğin sürdürülebilir olduğu ve lâfta kalmadığı” gözlemini, farklı bir kalemle yazıyordu.
Öte yandan, “Academia” gibi, “Folkart Academy”nin de, bence görünmeyen ayrıcalığı, (şimdilik kaydıyla) diploma vermiyor olması… Zengin bir akademik program üstünde yükselecek usta-çırak ilişkisindeki büyü ile katılımcılara, sadece “iyiyi, güzeli, doğruyu, erdemli, ahlâklı ve seçkin olan”ı, “olmayanlar”dan ayırt edebilmeleri öğretilecek. Bu cümleden olmak üzere, ilk paragrafta bahsettiğim “diyalektik” tercihi ve kazanımlarını da el üstünde tutmalı İzmirli. Çünkü içinde bulunduğumuz “tâlihsiz çağ”da ölümlüler, dünyanın her köşesinde, sürekli tek kişinin konuşması ve tarafların birbirine çamur atması hallerini “hakikat” zannediyorlar. “Sanat, terazinin diğer kefesindeki ağırlık”tır, oysa…
Haber metinlerinde okuyabileceğiniz ayrıntıları, burada tekrarlamak niyetinde değilim. Sadece, Sancak’ın, “…İzmir’in zengin bir tarihsel mirasa sahip ve ‘dünya medeniyeti için simgesel özellikler taşıdığı’na, dahası doğal güzelliklerinin hayranlık verici olduğuna inanıyoruz” söylemini hatırlatmakla yetineceğim. “…Rahatlıkla Akdeniz’in ve dünyanın, ‘yeni kültür sanat başkentlerinden biri’ olmaya adaydır İzmir. Uluslararası platformlarda daha da yücelmelidir… Ama bu amaç için, ‘yatırımlarıyla bu şehirden gelecek bekleyen özel sektörün de elini taşın altına koyması gerektiği’ni düşünüyoruz. Çünkü ‘bu kentin geleceğine inanıyoruz’ ifadelerinin altını, çizeceğim…
“Bildiklerini, bilmedikleriyle harmanlayarak” fikir oluşturan kamuoyu, “birilerinin çok para kazandığı”nı her zaman konuşur; malûm… “Şehrin ihtiyaçlarını doğru anlamak konusunda sınıfta kalan girişimcilerimiz için”, konuya bir de şöyle baksak diyorum: Büyük fetihlerden dönen Sezar’ı, arenada görkemli törenlerle karşılayan şehirliler, hep bir ağızdan sorarmış: “Ne aldığını biliyoruz Sezar, ne verdin ?”
Paylaş