Paylaş
Burada, yayalara ait “çok ileri adımlar”a yer verilmiş; “Şehir merkezinin yayalara ait olduğu” gibi... Ülkemizde ise, ilk kez, 1990’da İnsan Hakları Derneği bir “yaya hakları bildirgesi “yayınlıyor; “Kent kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak” yayalardan bahsediliyor. 1998’de “yaya hakları için yurttaş lobisi” diye bir hareket oluşuyor. Ve onların da yayınladığı bir “yaya hakları bildirgesi” var. Meselâ bu bildirgede de, “Yer seviyesi yayalara aittir. Kimse yayaları alt geçitten ya da üst geçitten geçmeye zorlayamaz...” deniyor.
Bu bildirge’nin (tek başına sonuç vermese de) Kadıköy belediyesi tarafından 2000 yılında kabul edilmesi gibi, “önemli bir adım” atılıyor. Ve bunu izleyen diğer “bilinçli adımlar”. 2002 yılında Nişantaşı’nda, 2005’te Karaköy’de düzenlenen yaya sergileri, meselâ... Ve “en sağlam adım”, bir grup “Boğaziçi Mezunu”nun öncülüğünde kurulan “Yaya Yaşam Derneği” belki de... Oluşum, 1963’te kurulmuş IFP (International Federation of Pedestrians) “Uluslararası Yayalar Federasyonu”nun da üyesi...
Yıllarca, motorkaravanlar, motosikletler, bisikletler üstüne (kullanıcı ve heveskâr) kimliğimle yazılar yazdım. Seçimler öncesinde “Yaya Derneği”nden gelen e-postayı da, “ileri bir tarihte gündeme taşımak niyetiyle” arşivde saklamıştım. Ama, aslında hayli gecikmiş bu yazıyı, bu hafta kaleme almak isteyişimin, “gözleri nemli bir sebebi” var. Bizim kuşağımızın “Efsane Dekanı”, Kent Bilimci, değerli hocam Prof. Dr. Cevat Geray’ı, birkaç gün önce 88 yaşında kaybettik. 1977-1982 arasındaki Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanlığının ardından, 12 Eylül’de üniversiteden uzaklaştırılan ve “1402’likler” diye adlandırılan akademisyenler arasındaydı... 1986'da kurulan İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 98 kurucusu arasında yer almıştı. Ayrıca 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Madımak Oteli'nden sağ kurtulanlardan da biriydi... Bu satırları, hocamızın “aziz hatırası” önünde saygıyla eğilerek, geride bıraktığı “ışığa ve ideale” armağan etmek istiyorum...
Hemen her konuda “yaya kalmış” bir memleketin, evrensel sorular ve yanıtlarından sebeplenebilmesi için, önce bu ironik deyimi “hafife almaması” gerekiyor sanırım. Yani “nerede ve nasıl yaya kalması gerektiği” bilincini “adımlaması” gerekiyor... Bu konuda emek vermiş olanların “heyecanları”nı hatırlayalım. Ve bunları, ülkelerin “altına imza attığı” genel kabul görmüş “uygar normlar” ile birlikte paylaşalım...
“...Amaç, yayalık meselesine daha geniş ve farklı bir perspektifle bakmak. Yaya haklarını savunmak amaçlarımızdan sadece bir tanesi. Çünkü, önce yürümenin bir kültür olarak algılanması lâzım. Buna bir yaşama biçimi olarak bakabilmek lâzım. Sağlık açısından faydalarını (sözde) herkes kabul ediyor. O halde yürüme fırsatlarını değerlendirmek gerek... Yaya olmanın ayıp (ikinci sınıf) bir şeymiş olduğu algısını kırmak; insanlar için tasarlanmış sokaklarda, entegre yaşam alanlarında, insan odaklı şehircilik anlayışıyla, ‘sokaktan çekilmiş insanların, sokakları motorlu taşıtlara ve suça terk ettiği’ bilinciyle tasarlanmış güvenli yürüme yollarında; kendimize yer bulmaya, yol açmaya çalışarak değil, özgürce yürüyebilmeliyiz. Yaya haklarının, motorlu araçlar ve pervasız işletmeler tarafından gasp edilmesini, neredeyse kanıksadık. Oysa, Yaya kaldırımları yayalarındır. Kent merkezleri yaya bölgelerinindir. Yaya geçitlerinde öncelik ve üstünlük, mutlak olarak yayalarındır. Herkesin, istediği yere, yaya yollarından gitme hakkı vardır. Ve belki de en önemlisi, (her yaştan, her cinsiyetten bebek, çocuk, genç, yaşlı, çocuklu ve hamile, engelli, bisikletli, hayvan dostu ve çevreci kimliği ile) yayalar, ‘yayalarla ilgili kararların alınması’na katılmak hakkına sahiptir...”
Hâlâ motorlu – motorsuz araçlardan fazlayken sayımız... Ve hazır, yerel seçimler yaklaşıyorken “soralım” istedik; “İzmirliler, (tramvay hatlarıyla kesişen yaya yollarında, “Sevgili yayalar, -kontrollü- geçiniz” levhaları bulunan) bu kentin, yayaları ilgilendiren hangi kararlarına katılabilmişlerdir, bugüne kadar ?”
Paylaş