Paylaş
"Güzel ülkem, nasıl olsa atlatır bu günleri. ‘İz bırakın ! Rezilliklere tarih düşün…’ Eserleriniz, bu dönemin silinemez, değiştirilemez, unutulmaz ve unutturulamaz -gizli- tarihi olsun… / (adresi de eklemiştim) …Sanat hakkınızdan gelecek; er ya da geç…”
Bu yazıdan aylar sonra, bir de “kalkışma” yaşadık. Yani yıllardır el üstünde tutulan “gaflet, dalalet ve hattâ…” torbasına, daha nice “ibret verici utançlar” atıldı. Ama baktım ki, bu süreç “sanatçı” dostları da yorgun düşürmüş, “elini korkak alıştırıyor” herkes; kendince atabileceği “münasip” bir tokat fırsatı mevcutken… “Davetimi yineleyeyim; köşemin, (özellikle İzmirli) sanatçıların ‘#diren’ biçemindeki yeni eserleri için bir ‘serbest kürsü’ olduğunu duyurayım” dedim kendi kendime.
“Nereden aklına düştü ?” diye sorarsanız, iki sanat kitabının İzmir’deki imza gününde, “Operayı karartmaya çalışanlara, Türkiye’yi karartmaya çalışanlara inat olsun diye –bir fener- yaktık” diyen kadîm dostun kulaklarını çınlattım önce. Sonra, Dostoyevski’nin, “…İnsanın değerini, varlığı değil yokluğu gösterir. Unutma; yokluğu bir şey değiştirmeyenin, varlığı gereksizdir…” sözünün ferahlatıcı ironisi ile yelpazelendim. Ardından, yeteneksizlerin, “sizden öğrenecek değiliz” “kelâm-ı adiyye”si ile sulandıramayacakları bir vaha olduğunu hatırladım sanatın; yüreğime su serpildi. “Sanatçılardan öğreneceksiniz” dedi içimdeki ses tebessümle ve muhatabım, “iyiye ve güzele düşman kim varsa karanlıkta bekleyen; onlardır…” diye ekledi aynı ses.
Böyle bakınca hemen fark ediyorsunuz ki, sanatçıların elinde “fazladan bir as vardır” tarihçilere göre. Bu sebeple, “sanat tespit etmez, olacakları sezer” demiş olmalı, Everding. Çünkü, tarihe not düşen tarihçiler değildir aslında; “gerçeğe ve etik olana sadık kalanlar” bile… Sadece sanatçılar olmazsa “yapılanlar yapanların yanına kâr” kalır; unutulur. Bu sebeple, direnme gücümüzdür sanat; yaşama sebebimiz, savaşma gerekçemiz…
Dahası, düzenli gazete arşivlerinden bile fazlasıdır bir sanat eseri. Düşünün ki, “sanat görüneni tekrarlamaz; görünür kılar” diyen Klee, “mütareke basını”ndan haberdar bile değildi bu lâfı ettiğinde. Yani ayrıcalıklıdır; “kirliye parmak basınca”, kendi parmağı kirlenmeyendir sanatçı…
Ama “hangi sanatçı ?” Sorunun yanıtı için, (meselâ) “Hangi Edebiyat ?” kitabının arka kapağında Attilâ İlhan, şöyle bir ipucu veriyor: “Her gün hesaplaşacağız, bazen ben sizin ayağınıza basacağım, bazen siz benim; sürgit bir eleştiri, özeleştiri ortamında adeta ortaklaşa bir fıkracılık modeli oluşturacağız; yani bu iş ciddi, sorumluluğu bu satırların yazarına düştüğü kadar, okuyanlarına da düşüyor; yine yanılmış diye burun kıvırıp, kaytarmaca yok; yazacaksınız, yanılgı nerdedir, doğrusu ne olabilir; tartışacağız, iyisini elbirliğiyle araştıracağız. Hadi hazır mısınız ? Ben hazırım, ne eleştirmekten korkarım, ne eleştirilmekten; üstelik o çok sevdiğim kusurumu hala düzeltemedim: Fena halde doğru söylerim…” Yani, (şimdilerde hiç bahsi geçmeyen) “sanat tüketicisi”nin sorumlulukları da var (olmalı !) bu direnişin içinde…
Batıda “komünist besteci” (sonraları sistematik propagandayla anti-komünist) diye tanınan, ülkesinde ise eserleri “burjuva” damgasını yediği için iki arada bir derede kalmış Şostakoviç, “Bir Sovyet sanatçısı olarak Tarihe Tanıklığım” (Yazılama Yayınevi – 2010) adını verdiği kitabında, “…gerçek sanat, insan için ve insan adına yaratılır; gerçek sanat insanı geliştirmeli, daha bilge yapmalı, onu arındırmalı, ona neş’e ve umut vermelidir. Sanat, doğası gereği hümanisttir, değilse zaten sanat değildir…” tarifinin yanına (tesadüfe bakınız ki) Türkiye gezisinin anılarını da sıkıştırmış. (Krasnaya Gazeta’da 25 mayıs 1935’te yayınlanan yazısı…) “…İzmir yakınlarındaki bir köyde türkü söyleyenleri dinledim ve Ankara’da halk danslarının oynandığı, türkülerin seslendirildiği bir konsere gittim. Bu türkülerin kayıtlarını da dinledim. Ankara Konservatuvarı (?! Kuruluşu 1936 / muhtemelen Musiki Muallim Mektebinden söz ediyor / nd), çok sayıda halk türküsünün notalarını armağan ederek beni çok mutlu etti…”
Bakın nereye çıktı yolumuz ? Hemşehrimiz (7 Bilgelerin birincisi) Milet’li Thales’ten bu yana biliyoruz ki, “bir ülkenin türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha değerlidir”. Yani, “türküler önünde eşitlik”, sanatın doğasında vardır. Siyasetçilerden en ufak bir iz kalmadığı zaman evrende, ben ruhlar âleminden dil çıkartıp keyifleneceğim: “-Sanat hakkınızdan gelecek; er ya da geç- demiştim; naaber ?”
Paylaş