Paylaş
Eskiden, “Köpekler sahibine benzer” diye bir lâf vardı.
Zaman zaman sosyal medyada dolaşan fotoğraflar bu eski yakıştırmanın haklılığını bir kez daha doğruluyor şimdilerde...
Saç renginden buklelerine, yüzündeki kıvrımlardan gözlerinin yumukluğuna, delişmenliğinden sabırsızlığına, telâşına, uyuşukluğuna, miskinliğine, tembelliğine kadar...
Biraz daha “alıcı gözüyle” bakarsanız, “sahiple köpeği arasındaki benzerlikler”in dış görünümün detaylarında kalmadığını fark ediyorsunuz.
Her ikisinin ruh hallerine ve hattâ davranışlarına da yansıyor bu benzerlik.
Sakin ve olgun bir tabiatın paylaşılmasından, çenesi üstüne kapanmayan ısrarlara, gereksiz meydan okumalara, atarlanmalara; efelenmelere, niyetle eylem arasındaki orantısız ve edepsiz havlamalara kadar...
Yıllar geçtikçe fark ettim ki, aynı benzerlik, “otomobiller ve sahipleri” arasında da mevcut.
Bu önerme benim icadım değil elbet, “Ben sonradan idrak ettim” diyelim.
Gecikme sebebim otomotiv sektöründeki baş döndürücü değişim ve çeşitlenme yüzünden olabilir.
Eskiden “küçük-büyük, ucuz-pahalı ya da ithal-yerli” gibi sıradan birkaç sınıflandırma ile yetinmek olası iken, artık önermeyi “Otomobiller sahiplerine benzer” çıkarımına çevirip aklınıza gelenleri bir çırpıda kâğıda dökmeniz daha kolay sanki...
“Suratsızlar, sevimliler, parlaklar, rengi bozuklar, tamponu düşükler, yere yakınlar, tepeden bakanlar, şeridine sığmayanlar, yağ yakanlar, baba (ya da koca) parası ile yollara düşmüşler...
Şahsiyeti, öyküsü, duruşu, marka değeri, parayla satın alınamayacak halleri olanlar.
Sıradanlar, “gibi”ler, “vasat”lar, gürültülü ve kuralsızlar...
Nihayet en önemlisi, arabayı bir “sosyal statü göstergesi” olarak satın alıp güç gösterisi yapmak üzere kullanan zavallılar...
Sahipleriyle “mülkiyet” ilişkisinin irdelenebileceği yeni bir saha daha (yine–yeni-yeniden) yükseliyor hızla:
Bu yazının konusu olan mukayeselerin içinde aslında belki en eskisi bu sonuncu “müzikler ve sahipleri...”
Çünkü kökleri en ilkel zamanlara kadar uzanıyor.
Burada sınıflandırma biraz hataya açık bir zorlamayla 2’ye indirilebiliyor:
Bir tarafta, “İlk Çağ”ların ritim ağırlıklı (bugünlerde cıs-tak deniyor), kısır ezgisel dokusu ve yoz, az gelişmiş, zekâ ve estetik pırıltısı yönünden sınırlı söz varlığı ile yolumuza çıkan bir müzik; karşısında (insanın incelmişliğe adadığı) diğerleri...
“Şimdi nereden çıktı bu karşılaştırma gereksinimi?” derseniz, “ağız tadı ve gönül huzuruyla tatil yapmaya niyetlenenler”i pusuda bekleyen “3 önemli refakatçi” oldukları yazdım. Hayrolsun!
Paylaş