Paylaş
“...İlk kez 1980’lerde birlikte sahne almıştık. Yaklaşık 30 yıl sonra yeniden buluşmaya ve birlikte müzik yapmaya karar verdik, üstelik tazelendik...” diye hatırlatmış (bir sosyal sorumluluk projesi olan) “-Bir Nefes Alaturka Yorumcuları- adıyla, ‘Sada-i Aşk’ konserinde, ERASLAN VAKFI’nın da desteğiyle KİT-VAK yararına çalıyor olacağız. Siz orada olacak mısınız? Özellikle çocukların bağışlarınıza ihtiyacı var.
“Onları yalnız bırakmayın...” davetiyle, bağışçılara seslenmiştik...
Çarşamba akşamı, duyarlı sanatseverleri ağırlarken, “-Sada-i Aşk-, maddenin değil, mânânın sesi olduğu için, aslında biraz da ‘Aşk-ı Sada’dır!
Yani musikide, aşkın sesiyle, sese duyulan sevda pek benzer biribirine...
Hal böyle olunca, ‘Aşk-ı Sada’ epeyce de ‘Aks-i Sada’dır...
Malûm, ‘Aks-i Sâda’ ise, sesin bir yere çarpıp geri gelmesini, yankılanmasını, dahası...
‘Çok evvelden söylenmiş bir hakikatın, sonradan tekrar edilmesi’ hâdisesini anlatır...” tekerlemesiyle başladık konsere...
Tanburî Refik Fersan’ın “Nihavend Peşrevi” ile “merhaba” dedik.
Üstünde, “İstanbul – Fatih; 1922...” yazılı bir notadan ilham aldık, “Dinleyeceğiniz Nihavend bestede aşk, ‘Kalplerden dudaklara yükselen ses’tir, ses ve yankı öylesine baş başadır ki... ‘Sevgiden, güzellikten örülmüş hâle’ olandır.
‘Dillerde nâle, gözlerde jâle’ olandır... ‘Kalplerden dudaklara’ yükselen o ses, Sadettin Kaynak’ın, ‘İşte bu hoş terâne aşkın sesidir gülüm’ dediği, ‘Gül olur lâle olur’ dediği -Sada-yı aşk-tır...” niyetiyle yola devam ettik.
Nihavend piyano taksimiyle, bütün renkleri içinde barındıran, sırlayan rengi; “siyahı” anlatmaya çalıştık.
Kemençe taksimiyle Hicaz makamına ve “gri”ye dokunduk; göreliliği resmeden makamlarının arasında soluklandık bir müddet...
“Sada-i Aşk”ın, şuurda gizli olan mânasını düşündük.
Kanun ile Acemaşiran’a geçtik, saflık, mazlumiyet makamına ulaştık.
Tüm renkleri dışarıya veren “beyaz”daydık artık...
Ud ise bizleri Hicazkâr’a kavuşturdu... “Sarı” dedik bıraktık; fazla söze gerek yoktu çünkü.
Güzelliği temsil ediyordu... Güzelliği doğuranı, doğurulmuş güzelliği anlatıyordu.
Bütün repertuvarı anlatmaya yerimiz yetmez.
Ama, “Sevgiliye ‘Siz’ diyen nezaketin ve ona lâyık zarafetin şarkısı”na geldiğinde sıra...
“...Belki, ‘bir bahar akşamı’nda değiliz... Ama bizim içimizde, “sevinçli bir telâş” var; “İzmir’deyiz” diye... Hani siz de derseniz şayet; “Daha önceleri neredeydiniz?”
“Bizden mutlusu olur mu?” diye sormuş bulunduk.
“Pek genç” bir dinleyicimizin, şarkının sonrasındaki “oh beee!” seslenişini, “Sesindeki içtenlik, sıcaklık ve çocuksu mutluluk ifadesi”ni hayra yorarak, en büyük ödül olarak kabul ettik.
Ve finalde, “Yağcılar Zeybeği” ile de “diz vurduğu”nu, umuda destek veren bir salon dolusu misafirimizin “Eğilmez başın gibi...” coşkusuyla, heyecanlandığını görmek, aldı bütün yorgunluğumuzu...
Teşekkürler İzmir !
Paylaş