Paylaş
Üstelik, açılışta Turgay Erdener’in “Teo” adlı ağıtsal eseri ile tanışma fırsatı bulacağınızı, ikinci bölümde Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası – KODA’nın, şef Rengim Gökmen yönetiminde Beethoven’in (Re majör opus 36) “2. Senfonisi”ni seslendireceğini okumuşsanız programda; ucu ucuna da olsa yetişmeyi göze almaz mısınız , sezonun açılış konserine ? Bitmedi…
Uluslararası arenada istisnai bir Chopin icracısı kabul edilen, üstelik Polonya Hükümeti tarafından Chopin yorumları sebebiyle Polonya Devlet Nişanı ile onurlandırılan Devlet Sanatçısı Gülsin Onay’ın, konsere solist olarak katılıp da Chopin’in (Fa minör opus 21) 2. Piyano konçertosunu yorumlayacağını bilseniz; kanatlanmaz mı niyetiniz ? Dahası, “…orkestraya özgü tınıları piyanoda taklit etmediği” ve eserlerini, enstrümanın kendi tını karakteri ve zenginliğiyle bestelediği için bazılarının “piyanonun tanrısı” diye selamladığı, Liszt’e bile, “senin eserlerini başkası çalmamalı” dedirtecek kadar özgün bir eşik yaratmış Chopin’in repertuvara konuk olduğunu fark edince, taklalar atmaz mı beklentiniz ?
Andre Gide’in, “…Chopin’in bestelerini çalarken eserin ruhunu vermek zordur. Sadece onun eseri kökünden, özünden bütünüyle çarpıtılabilir. Bu yüzden sadece Chopin’e ihanet edilir…” söylemi ortada dururken, “işte cuma yazısını taçlandıracak bir konser” diye ışıldamaz mı ümidiniz ? Her Chopin dinlediğinizde, bu deneyimden bir Chopin yazısı çıkacak diye bir kural yok elbette ! Çünkü, virtüöz sanatçının, “yaşayan bir efsane” olması, sizin, sözcükleri beceriyle art arda dizebileceğiniz anlamına gelmiyor. “…Chopin önerir, varsayar, sezdirir, sevdirir, inandırır; hiçbir zaman kesinlemez, kestirip atmaz…” diyenlere karşı da sorumlusunuz çünkü…
Konseri bir köşe yazısına sığdıramayacağımı anladığımda, elimde bütün kurguyu “Bis” üzerine inşa etmekten başka bir seçenek kalmamıştı. Rubinstein’ın “ölüm şiiri” diye adlandırarak yücelttiği, Schumann’ın ise, “bu bir sonat değil, son bölüm müzik bile değil” diyerek diğer uca savrulduğu, Chopin’in, ülkemizde daha çok “Cenaze Marşı” olarak tanınan (Marche Funèbre - Funeral March) “Si bemol minör (opus 35) 2. Piyano sonatı”nın son bölümünden söz ediyorum.
Bestecinin, George Sand ile gittikleri Mallorca’da bestelediği ve manik depresif hallerinden güçlü izler taşıdığı söylenen eseri, Gülsin Onay’ın, gecenin açıklanan temasına uygun bir incelikle, (bütün) “Cumhuriyet ve Demokrasi Şehitleri”nin anısına armağan ettiğini anlamak zor değildi. Öyle ki, güler yüzlü; ötesinde bütün yorumunu çehresinde yaşatan Sanatçının, “bis” dakikalarında yüzüne yerleşen kederi, ömrüm boyunca unutamayacağım ! Dramatikti ama asla bir ağıt değildi bu… Ölümün karanlık ve bilinmezliğindeki, henüz pek de tariflenmemiş, buruk bir methiye gibiydi daha çok ! İnsanı serseme çeviren parlak bir sükûnetti. Baş döndürücüydü… Nereye varacağı belli olmayan bir akışın sonunda, kendinden birkaç adım uzaklaşıp, kendine oradan bakmak ve sanki biraz da kendimizden utanmak için verilmiş bir fırsat gibiydi.
Çağrışımlar, John Reed’in 1917 Ekim Devrimi’ni anlattığı “Dünyayı sarsan 10 gün” isimli kitabında anlattıklarıyla birleşince, hayalhânemde, (çevirisinin şuna benzer bir şey olduğu söylenen) bir başka cenaze marşının (Rus cenaze marşının) sözlerini duydum biraz da sanki; derinden derine: “…Öldünüz bu kaçınılmaz savaşta / ...adalet daha güçlüdür kılıçtan / Çünkü çektiklerinizin hesabı sorulacak bir gün… / …vakti geliyor, istibdat yıkılacak, ayaklanacak halk, büyük ve özgür… / Söz veriyoruz mezarlarınızın başında dövüşmeye… / Çalışmaya, mutluluğu için halkın…”
Beni hep “mahveden” (orkestranın ayakta çaldığı)” İstiklâl Marşı İle başlayan konser, “tek başına bir piyano resitali”ydi denilecek “bis”in bıraktığı, derin “çizik” ile hatırlanacak.
Paylaş