Okuyucu benden şikâyetçi (mi?)

BU, Hürriyet’te yazdığım “100. yazı...” Şu garip tesadüfe bakınız ki, tam “dalya” demişken, bazı okuyucuların benden şikâyeti olduğunu öğrendim.

Haberin Devamı

Geçenlerde, iki eski dostla sohbet ederken, içlerinden bir dedi ki, “Sizin yüzünüzden lâf işitiyoruz. Yakınlığımızı bildikleri için, bize yükleniyorlar.” Merakla, “Hayırdır, ne yapmışım?” diye sordum. Bu sefer ikisi birden, söylenenleri naklederek ve koro halinde yanıtladılar:
“Bu adamın İzmir’i sevdiğinden kuşkumuz var! İzmirliler için olumsuz genellemeler yapıyor. Siyaseten kendisini mutlu etmeyen –ufuksuz-  kişiler için orta yere söyleniyor, biz de haliyle üstümüze alınıyoruz. Nihat Bey iyi hoş da bu huyundan bir vazgeçse...” (diyorlar).

Masanın bir tarafına külâhımı, diğer tarafına da benimle e-posta ilişkisini güncel tutan, (beni, örneğin EXPO’ya olan desteğimden, UNIVERSIADE’a katkımdan, Formula 1 için verdiğim mücadeleden ve ‘İzmir bir sabah Olimpiyat’la uyanacak’ iddiasındaki yazımdan beri izleyen) başka bir grup okuyucunun satırlarını koydum. Onlar da, “Aman bari siz rüzgâra uymayın, sadece insanların duymak istediklerini yazıp, gönüllerini hoş tutup vakit geçirenlerden olmayın. Bizi özeleştiriye davet edin. Bizim aklımızı karıştırın ki, hep birlikte İzmir için daha güzel olanı bulabilelim...” diye moral veriyorlardı. Yani “iki arada bir derede kaldım” sizin anlayacağınız.

Haberin Devamı

Ben ki, konferans ve yazılarımda, “değişen müşteri beklentileri”nden bahsederim. Ben ki, günümüzde, “Müşteri her zaman haklı değildir ama özellikle ‘haksız olduğu durumlarda’ mutlaka mutlu edilmelidir” yaklaşımını savunurum. “Hiç değilse bazı okuyucularımın bu yakınması”nı duymazdan gelemem! Olumlu-olumsuz, bütün bu samimi mesajların sevindirici yanı, okuyucunun, “yazdıklarımı okumaya, üzerinde düşünmeye, beğenip-beğenmemeye, eleştirip-eleştirmemeye” değer bulması halidir; sağolsunlar...

Sevgili okuyucu dostlarım. Usta bir yazar diyor ki, “İki kişi sürekli olarak aynı kanaatte ise içlerinden biri lüzumsuzdur...” Bir başkası da, “Bu durumda kimse yeterince düşünmüyor demektir” diye eklemiş. Bu satırların yazarı ise 10 sene önce şöyle yazmış köşesinde: “Japon düşünür Toyotome, üç farklı sevginin tarifini yapıyor. Birincinin adı, ‘eğer’ türü sevgi. Beklentilerin karşılanması halinde sunulan sevgi... Bir isteğin karşılığı olarak vaat edilen sevgi. Karşılık bekleyen, bencil bir sevgi... Yazar, bunun üstünde bir sevgi arayanlar için ikinci türü tanımlıyor, ‘çünkü’ türü sevgi. ‘Seni seviyorum, çünkü çok  güzelsin. Çünkü çok varlıklısın...’ Sevginin endeksi, ‘kişinin bir şey olduğu, bir şeye sahip bulunduğu ya da bir şey yaptığı ayrıntısındadır’ diyor. Üçüncü tür sevgi, ‘benim –rağmen- diye adlandırdığım türdür’ diyerek seriyi tamamlıyor. Bir koşula bağlı olmayan ve karşılığında bir şey beklenmeyen, içten pazarlıksız, samimi sevgi...”

Haberin Devamı

Burada ayrıntısına girmek istemediğim “çünkü” ve “eğer”lerin zenginliği, İzmir’in ayrıcalığıdır. Ona bu çeşitliliği armağan eden binlerce yıllık kültürün ve eski sahiplerinin mirasyedisiyiz bizler. Hepimiz, bu kenti nasıl sevdiğimizi, sevgimizi nasıl gösterdiğimizi, sevgimizin nasıl bir katma değer yarattığını, nihayet severken bu kentten neler alıp, bu kente neler verdiğimizi kendimize sormak zorundayız. Bu işin bir terazisi yok. İzmir’i birçoğunuzdan daha az sevdiğim doğru da olabilir. Bir farkla; ben “her şeye rağmen” seviyorum! Siz içinizi ferah tutun...

Yazarın Tüm Yazıları