Paylaş
Bu kadar eskidiğini fark etmemiştim. Sayfaları karıştırırken rastladığım ve (yatağın başucunda durup uykuya dalmadan okunan son birkaç satır diye varsaydığımız) “yastık altı öyküleri”nden birine göz attığımda ise, “içeriğin ne kadar taze kaldığı”na hayret ettim bu kez...
Örneğin bu sayfalarda 20’nci Yüzyıl’ın en büyük çello sanatçılarından biri kabul edilen Mstislav Leopoldoviç Rostropoviç, 75’inci doğum günü için hazırlanan albümün satır aralarında yöneltilen soruyu gülümseten bir tevazu ile şöyle yanıtlıyordu: “Bach’ı çok severim! Ama eserlerini çalmaya daha birkaç yıl önce cesaret edebildim.”
Cümleyi bir çıkarıma hattâ belki bir aforizmaya bağlayan yorumda ise, “Oysa herkes biliyordu ki, 2007’de dünyadan ayrılan büyük usta doğruyu söylemiyor. Kendini usta ilân etmek aslında ‘Daha değilim’ demektir. İşin büyüsünü bozmayın. Usta olduğunuzu siz söylemeyin, başkalarına bırakın” deniyordu.
İsterdim ki, fikir ve öneri, “yaşadığımız bu garip coğrafya”da bir şekilde eskiyor, tükeniyor ve evriliyor olsun.
Ne gezer! Ama işin hoş tarafı “aynı topraklar”da umut da tükenmiyor.
Örneğin, Fazıl Say da birkaç yıl önce yayınlanan bir söyleşide (özetle), Chopin çalmayı -bir süre- ertelemesinin nedenlerinden biri olarak, bir dönem diğer bestecileri özümsediği kadar Chopin’i özümseyemediği’ni söyleyip, “30 yaşıma kadar Chopin çok çaldım ben. Yaklaşık 12 yıldır ara vermiştim. Bu sene yeni parçalarla tekrar başlıyorum. Uzun yıllar Chopin çalmamamın sebebi istediğim seviyede Chopin çalamayacağımı düşünüyordum. Yani istediğim derinlikte. Mükemmel çalmak kolaydır, ama derin çalmak zordur. Bir yorumcu olarak besteciyi anlamanız ve onun ruh haline girmeniz lazım. Bu da zor bir şey” diye tamamlamış “söz resitali”ni.
Son paragrafı bir çıkarıma bağlamak istediğinde ise, daha çetrefilli bir sorgulama ile karşı karşıya kalıyor insan.
Çünkü, “Mükemmel olan zaten derin değil mi?” benzeri ucuz bir soruyla yüzleşmek gerekiyor önce...
Biraz üsteleyince zihniniz “mükemmel”in burada sadece “notayı hatasız, eksiksiz çalmak anlamında kullanıldığı”, ama yükseldiğiniz bu kesitin bile “bestecinin ruhu ve kastı da dahil esere bir üslûp ve yorum katabildiğiniz anlamına gelmediği” ayrıntısını yakalıyor.
Müzikten edebiyata, spordan siyasete, medyadan iş dünyasına kadar hayatımızda ve yansımalarındaki “ustalık iddiası ve ısrarlı algı yönetimi”nin toplumu, “mükemmel ve derin”, üstelik de “bunu başkalarından duymak edebi” gibi “incelmiş” kavramlardan nasıl hızla uzaklaştırmakta olduğunu görmek gönlümüzü yoruyor artık!
Federer–Nadal finalinin tozu daha yere inmemişken “tenis maçının sadece ‘score board’a bakmak olmadığını bir türlü anlayamadık” deyip bitirelim.
“Yastık altı öyküleri”ni arada sırada ısıtıp tekrar okumak “hepimize iyi gelecek” diye düşünüyorum.
Paylaş