Paylaş
Kapı açılır... Fevzi Çakmak Paşa, kalabalık bir grupla sınıflarına girer. Dersi dinler bir müddet ve arkasından “muallim namzedi hanımlar”a birkaç soru sorar. Nazmiye Hanım’da iz bırakan, cevabın bilinememesi üzerine, sorduklarının birine Mareşal’in verdiği cevaptır. Soru basittir aslında; “Neden ecnebi memleketlerde herkes başı yukarıda, karşıya bakarak yürür de, bizim memleketimizde insanların başı öne eğiktir?” Biraz suskunluk, kırık dökük birkaç tahmin ve yakıştırmadan sonra, o gün için kimsenin gündeminde olmayan bir cevap düşer orta yere: “O memleketlerde yollar katranla taşın karışımından mamûl bir satıh ile kaplanıyor. Yollar böyle toz toprak değil, çukur mukur da yok... Yürüyenler, adımlarından emin oldukları için karşıya bakmakta mahzur görmezler. Ama bizde, tökezlememek için, taşa takılmamak, çukura düşmemek için mutlaka önüne bakmak mecburiyeti vardır. Pek kısa zamanda bizim de yollarımız aynı evsafa ulaşacak; merak etmeyin...”
Birinci ağızdan dinlediğim bu konuşmanın üzerinden, yuvarlak hesap, aşağı yukarı 90 yıl geçmiş... Bugün büyük ölçüde petrolden elde edilen, ancak Trinidad Gölü gibi bazı özel bölgelerde doğal olarak da bulunabilen asfaltın ilk kullanımı M.Ö. 2500 yıllarına tarihlendiğine göre, 4 bin 500 yıllık bir “bulamaç”tan söz ediyoruz. O tarihlerde, Pakistan’daki Mohenjo-Daro hamamlarının tuğlaları arasında yapıştırıcı olarak kullanılmış asfalt. Aynı dönemde, Mezopotamya’da ilahlar için döşenen taşların arasına da asfalt döküldüğü biliniyor. “Tarmakadam” denilen yeni bir tür ilk kez 1845 yılında Nottinghamshire’da denenmiş. Bugün yol kaplaması olarak bildiğimiz asfalt ise otomotiv sanayiindeki gelişmeler üzerine 1920’li yıllardan itibaren yaygınlaşmış.
Yani yeni bir icat değil... Bilinmeyen, zor, mucizevî, uzay teknolojisi gerektiren bir şey yok ortada. Peki neden aklıma düştü? Motosiklet mevsimi açıldı da ondan! Otomobillerin koltuklarında yolculuk edenler, farkında değil kepazeliğin. Otoyol ve çevre yolları dışında, İzmir’in şehir içi yol kaplamaları dökülüyor. Hem de Alsancak’ın göbeğinden, varoş denilen unutulmuş mahallelere kadar... Kâh tam teşekküllü ve 18 delikli golf sahasında, kâh yamalı bohçaya dönmüş bir zeminde dolaşıyorsunuz. Yanılmayı gönülden dileyerek buraya not düşüyorum ki, yaz ayları boyunca gazetelerde okuyacağınız motosiklet kazalarının çok önemli bir kısmı, “yol kusuru” sebebiyle gerçekleşecek. Bakalım sebep olanlar, nasıl gece uykusu uyuyacaklar? Delikler, yamalar, yola yanlış verilmiş eğimler, kod farkları, eksik kaldırım taşları, açık rögar kapakları, yarım bırakılmış çalışmalar, sözde tamamlanmış işlerden yola saçılmış kum, mıcır vs. kalıntıları...
Mareşal’in, kendi kuşağı için neredeyse bir Cumhuriyet ideali haline getirdiği “başı yukarıda ve karşıya bakarak yürümek” sevdâsı, yerel yönetimlerimizin elinde, “ayrılık sevdâya dahil ama...” beceriksizliğine dönüşmüş durumda. Fevzi Çakmak, zamanında motosiklete biner miydi bilmiyorum? Ama yaşasaydı ve görseydi İzmir’in bu hallerini, aklından bile geçirmezdi. Başımızı yerden kaldırtmayanlara ağız dolusu sitem ediyorum; ne yazık ki sadece sitem edebiliyorum...
Paylaş