Paylaş
“KÖŞE yazarı olmak nasıl bir şey?” diye sordu birisi.
“Bilmem” dedim, “Hiç düşünmemiştim, bak aklıma düşürdün şimdi...”
“Farsça, ‘gûşe’dir aslı... ‘Birbirini kesen iki çizginin, iki düzlemin oluşturduğu açı’ demek olduğuna göre ‘köşe’, ‘köşeli bir duruşu olmalı, iteklendiğinde yuvarlanıvermemeli, taklalar atmamalı’ evvelâ; ‘köşe yazarının da bir çizgisi, kendini iyi ifade ettiği -en az birkaç düzlem- ve bir bakış açısı olmalı...’ herhalde” dedim.
“Sonra, ne bileyim? Sözlüklerde hâlâ, ‘fıkra yazan kimse’ diye tarif edildiğine göre, ‘haber kutsal-yorum hürdür birlikteliğinden doğmuş yazı türü içeriği’ne, ‘sadık kalması beklenen yazı insanı’ denilebilir belki” dedim. Ardından hızımı alamadım, başladım saymaya...
“Kaderinde, -bir köşeye çekilmek- de bulunur, bir -köşeye atılmak- da bazen” dedim.
“-Bir köşeye sinip- saklanmak, edebine yakışmadığı gibi, ‘üstüne sözcüklerle -köşe kapmaca- oynamak’, fıtratında vardır” diye ilâve ettim.
“Oturduğu yerden -köşe kadısı- gibi, sadece ahkâm kesenler çok sevilmez, durup dururken -köşeyi dönmüş-üne de pek rastlanmaz” dedim...
“Az bulunsa da, efsaneler arasından, ‘Bugün canım yazı yazmak istemiyor’ diyebilecek -köşe taşları- çıkar; onlar ki, (İlhan Selçuk’un kaleminden meselâ...) / ‘... Sigara içer gibi yazar Çetin... Önce dumanı ta içine çeker, fıkrasına dizdiği kelimeler, havaya üfürdüğü duman gibi ciğerlerini dolaşmış, sonra kâğıda oturmuştur. Satır arasında, evdeki odasında dolaşır gibi, ellerini kollarını sallaya sallaya rahatça gezer. Genç yaşında kazandığı büyük ün, bedeli tümüyle ödenmiş bir zor savaşın sonucudur...’ diye anlatılırlar” dedim.
“Hiç avantadan pozisyonu yoktur” dedim, “öyle penaltı, frikik filân bilmez...”
“Bilemedin taç atışı, olsun olsun -köşe vuruşu-dur görüp göreceği” diye ekledim.
“Bazen -yaz köşesi-nde, bazen -kış köşesi-nde oturup yazılır, vakitli vakitsiz başlanır, vakitli vakitsiz biter... Gün olur, bir nargile dumanında, -köşesi, meşesi, maşası- tamam olunca tüter yazı” dedim.
“Okuyucusunun, yazdığı köşeden, başka bir sayfaya, -dört köşe- vaziyette geçebilmesinden öte bir beklentisi olmaz; köşe yazarı, -kenarda köşe kalmışlığı-ndan, ‘unutulabilirliği’nden de yakınmayandır” dedim.
“Bir de... Her istediğini, her istediğin zaman yazamazsın. Meselâ ben bugün aslında, ‘İZDSO’nın 40. yılını, açılış konserini, Gülsin Onay’ı, Rachmaninov’un 3. Piyano Konçertosu’nu, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı -İKSEV-in, Avrupa Festivaller Birliği’nin -Avrupa İçin Festivaller, Festivaller İçin Avrupa Projesi’nde -Türkiye Festival Merkezi- seçildiğini’ filân anlatacaktım, ama ‘meslekî nezaket’ üstüne yazmam gerekince, bu konuları cumaya ertelemek zorunda kaldım” dedim.
“Hepsi bu kadar mı?” diye üstelediler, “Olur mu?” dedim.
“Muhabir”, “muharip”ten farklı olarak, “muharebe eden” demek olmadığı gibi, “köşe yazarlığı” da “yan gelip yatma yeri” değildir...
Yani, “Şu köşeye kıvrılıvereyim” diyemezsiniz.
(Sormasan, kurcalamasan söylemeyecektim)...
Özetle...
“Köşe yazarı olmak...”, “tam gün mesai’den fazlasıdır bazen” dedim.
Paylaş