Paylaş
“Adâbıyla Rakı ve Çilingir Sofrası...” Sonraları birçok benzeri yazıldı ama, sadece “benzeri” olabildiler. Bazı kitaplar tribüne oynadı, gurme sayfalarında açılan tartışmalara malzeme oldu, eridi gitti. Baktılar ki okunuyor, kendini olduğundan fazla biliyor göstermeye eğilimli kalemler de sofra lezzeti üstüne yazıp çizdiler. Yazılanlar satıldı; satıldıkça yenilerini yazdılar. Son yıllarda yemek ve içki kültürüne karşı büyüyen merak, böylelikle moda bir alışverişin “yükselen değerler” gündemine oturuverdi. Hâl böyle olur da Egeli kalemler eksik kalır mı? Serde keyfine düşkünlük var! Onlar da başladılar çiziktirmeye; şaraptan zeytinyağına kadar... Bir bakıma fena da olmadı. Zamanın şaşmaz terazisinde ağır basanlar, kütüphanelerde referans kitap olarak yerlerini alacak; meselâ Rakı Ansiklopedisi gibi... Diğerlerinin akıbeti meçhul. İçinde, 1941 İzmir doğumlu olduğu yazıyor, Vefa Bey’in. Birinci baskıyı, 1994’te almışım. Satırlardaki samimiyetle tadımlık bir kucaklaşmaya davet ediyorum sizleri;
“Efendim!... Eski meyhaneler küflü şarap kokardı, buram buram... Bu küflü şarap kokusunda, kaymak gibi ‘torik lakerdası’nın sihirli kokusunu, tuzunun ipeksi letâfetini, tatlı (kırmızı) soğanın ihtişamlı kokusunu bulabilirdiniz. Kurutulmuş ‘uskumru çirozu’nun ekşimtrak yanık kokusu, sirkenin buruk, terenin yumuşacık kokusu vardı bu küflü şarap kokusunda. Küflü şarap kokusunda, saman ateşi dumanının isinde pişerek hazırlanmış (balık pastırması) ‘Likorinoz’un, ‘tuzlu sardalya’nın, genellikle hamsi, bazen çaça balığından yapılan (tuzlu yağlı) balık ezmesi ‘ançuvez’in kokuları da vardı biraz. Biraz da orta yağlı beyaz peynirin kokusu... Çokca da anason kokusu!... Midyenin tavası ayrı kokardı, cevizli taratoru ayrı. ‘Tarak’lar ayrı, ‘istridyeler’ ayrı, ‘kerevides’ler ayrı. Midyenin salatası, dolması, pilakisi, apayrı kokardı küflü şarap kokusunda. Kızarmış bir dilim ‘francala’ üzerine sürülmüş ‘Polonezköy’ tereyağıyla, ‘gravyer peyniri’nin kokuları perde perde yükselirdi bu özgün ‘koku armonisi’nde... Sıradaki kokuya dikkatinizi çekmek durumundayım, çünkü, —önce tuzlanarak, sonra kum ocağında özenle kavrulmuş (kabuklu) beyaz sakız leblebisi ‘İstragalya’nın kokusu, bir âbide gibi yükselirdi küflü şarap kokusunun göbeğinde...”
Limandan Kıbrıs Şehitleri’ne girdiğinizde, sağ kolu takip ederek yürümeye devam edin. “Küflü şarap” kokusunu garanti edemem ama, barba ve meyhane kültürünü her gün biraz daha avucunun içine alan bir ekip sizi Dionysos’ta bekliyor olacak. Fazla söze de gerek yok. Lezzet meraklılarına, Miko Cenap’ı da Erol Yafe’yi de tanıyanlara; “onların eli değdi” dersem, yetecektir. “Meyhaneye karın doyurmaya gidilmez. Sıcak ana yemek ve tencere yemekleri bulunmaz” ritüeli korunduğu için, burada yiyecekleriniz ve içecekler yerlerini kelimelere ve kavramlara bırakmış. İçkinin yanında çeşidi çok, miktarı az mezeler sunuluyor. Listeden değil, görerek tepsiden seçiyorsunuz. “Sofra donatmak” lâfı eyleme dönüşüyor.
Demem o ki, “müziği, resmi, sofrayı, sohbeti, edebiyatı...” kısacası “bâdeye revnak” veren her şeyi alaşağı edip sıradanlaştırmak için yarışırken, basit ticari kaygıların peşine düşüp, eski güzellikleri bir bir tüketirken ve henüz iş işten geçmemişken, siz Kitap Fuarı’ndan çıkıp, “Ouzeri”ye nasıl uğrayacağınızı düşünün; kabul buyrulursa, Kitap Fuarı münasebetiyle ben de bu yazıyı yazmış olayım...
Paylaş