Itrî mi, Oscar Amca mı ?

Haberin Devamı

 
Ödüle neden Oscar denildiği açık seçik bilinmemekle beraber, yaygın birkaç söylentiye itibar ediliyor... Bunlardan biri, heykelciği, Bette Davis’in ilk kocası Harmon Oscar Nelson’a, bir başkası ise Akademi kütüphanesinde çalışan Margaret Herrick’in amcası Oscar’a benzetmiş olmasıdır. Orijinal ismi “Akademi –liyâkat- Ödülü” diye konulmuş ve Oscar sözcüğü de, 1939 yılına kadar resmi olarak hiç kullanmamış olmasına rağmen, bu müthiş PR organizasyonunu, artık hepimiz “Oscar Töreni” tadıyla anımsıyoruz.

Türk Musikîsi’nin kutbu kabul edilen “Buhûrîzâde Mustafa Efendi” ise, rivayete göre, şiirlerinde kullandığı “Itrî” takma adıyla, ölümünden sonra anılmaya başladı. Ustaları arasında başta Hâfız Post olmak üzere, 17. yüzyılın önemli bestekârları vardı. Beş padişah görmüş bir Mevlevî idi. Müstakimzâde’ye göre Yenikapı Mevlevîhânesi’ne gömülmüş olsa da mezar taşı kayboldu; doğum ve ölüm tarihleri bile tartışılıyor…

Haberin Devamı

Oscar Ödülleri, 1929’da verilmeye başlandı. Büyük ilgi uyandıran törenler yılda bir kez ve çoğunlukla Şubat ayında yapılıyor. 85. ödül yılının heykelcikleri, bildiğiniz gibi geçen pazar sahiplerini buldu. Dünya üzerinde 200’den fazla ülkede naklen yayınlanan ve sadece Amerika’da, televizyondan 40.3 milyon kişinin izlediği gece, Los Angeles Dolby Tiyatrosu’nda düzenlendi. Tören için 300’den fazla kişi çalıştı; sadece 40’tan fazla yer gösterici vardı. Herkes hayranlıkla ve nefeslerini tutarak bu görsel zenginliğe şapka çıkarttı. Bütün konuklar, sanata gösterdikleri özen ve saygıyı tarif eden kıyafetler içindeydi. (Törenlere -25 kez ile- en çok evsahipliğini, 1964’te hizmete açılan ve görkemiyle göz kamaştıran Dorothy Chandler Pavilion’un yaptığı bilgisini de araya sokuşturalım).

Bir hafta arayla düzenlenen bir diğer gece, dünya çapında bir organizasyon değildi kuşkusuz... Ama konuklar, “Mûsıkî ve Semâ Akşamları” kapsamında, “Itrî ve Mevlevî Semâı” gündemiyle, Şehzâdeler şehrine, Manisa Mevlevîhânesi’ne davet edilmişlerdi. Yrd. Doç. Dr. Ünal Şenel’in engin gönlü ve Ümit Yazıcı ile sanatkâr dostlarının ustalıkları ve zarif içtenlikleri, “Segâh Tekbîr’den Sâlât-ı Ümmiye ve Segâh Yürük Semaî’e, Hisâr ve Isfahan makamlarına, oradan eşsiz Nevâ Kâr’a ve nihayet ikinci bölümde Rast Nât-ı Şerîf”e kadar uzanıyordu. Buraya kadar, “şükran” dışında söylenebilecek tek bir sözcük zaten akla gelmiyor.

Haberin Devamı

Öte yandan, Itrî’nın “ruhen misafir edildiği” Mevlevîhane’ye, sokak düğünlerinde kullanılan, plastik sandalyeler yerleştirilmişti. Restorasyonun hoyratlığını gösteren çiğ beyaz tasarruf ampullerinin ışığında, program süresince, mekâna giren çıkan eksilmedi. Oturup kalkanın ardı arkası kesilmedi. Hz. Peygamber’e salât-ü selâm yollanırken bile sandalye gıcırtıları, konuşmalar, çocuk sesleri, flaşlar, telefonlar sonlanmadı. Sayın rektör bile “Büyük Usta”ya bir kravatı çok görmüştü. Bu kadar özel bir mekâna, bu kadar seçkin bir repertuvarı dinlemeye gelmiş olanların önemli bir bölümü, “nerede ve neden orada bulundukları”nın farkında değildi.

49 senelik Dorothy Chandler Pavilion ve benzeri yeni yetme sanat merkezlerinde, “Oscar Amca”ya gösterilen itibarı, 644 senelik Manisa Mevlevîhânesi’nde, -3.9 kg. ve 34.3 cm. boyundaki heykelcik- kadar hükmü olmayan, 373 yaşındaki “Itrî”ye gösteremiyoruz ya, ona yanarım...

Haberin Devamı

Meraklısı için: Mevlevîhâne’nin Kitâbesinden, Saruhan Bey’in torunu İshak Çelebi tarafından 1368-1369 yıllarında yaptırıldığını öğreniyoruz. 1924’te, dergâhların kapatılmasından sonra, arazi ve yapının mülkiyetine sahip olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1933’de Mevlevîhâne’yi 100.000 TL’ ye satmış. Alan kişi de Matbâh-ı Şerîf dışında kalan kısımlarını yıktırmış. Geriye kalanları da 2000 yılında Manisa Belediyesi yıkmış ve burasını bir park haline getirmiş. Önce 60’lı daha sonra da 80’li yıllarda restore edildiyse de, iyi korunamamış. Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne devredilen yapı, 90’ların sonunda, Celâl Bayar Üniversitesi tarafından bir kez daha restore ve dekore edilerek ziyarete açılmış. Evliya Çelebi, “Mevlevîhâne’nin avlu etrafında semâhâne, türbe, matbâh-ı şerîf, hücreler ile harem ve selamlıktan meydana geldiği”ni söylüyor. Bugün Mevlevîhâne’nin içinde ve dışında herhangi bir süslemeye rastlayamıyorsunuz. Bununla beraber 1693 tarihli şer’i sicil kayıtlarında -nakkaşa para ödendiği- yazıldığına göre, zamanında iç mekânın bezeli olduğunu tahmin etmek zor değil...

Yazarın Tüm Yazıları