Paylaş
Daha kapıda, “içten ve güçlü bir el sıkış” karşıladı bizi. O “el”in sahibi Genel Müdür Canan Harmancı, açılış konuşmasında ise; “sakin ve özgüven dolu” bir ses olarak karşımızdaydı. Her türlü anlamsız seremoniden arındırılmış, (Ata’ya gösterilmesi gereken saygıyı) “sanata, sanatçıya ve sanatsevere saygı üstüne kurgulayarak sembolize eden” gece, kimse kimseyi yormadan; bir anda Fazıl Say’ın sahneye daveti ile başladı.
Kendisinin, “sıcak atmosferler”de pek severek yaptığı üzere; çalacağı eserleri önce “sözlendiren”, sonra “seslendiren” Say, perdeyi, mizahi ve minimalist bestelerin ustası Erik Satie'yi, “yeniden keşfettiğini” fısıldayarak açtı.
Ardından, yaklaşık 1 yıl kadar önce, besteleri sosyal medya hesabında, ilk kez duyurduğunda; "Son 12 gün hummalı bir çalışma içindeydim, kimi zaman sabah 5’de başladım yazmaya... Şehirde herkes uyuyorken müthiş bir sessizlik var. Bazen, öğleden sonraları evin yakınlarında bir cafede oturup saatlerce doğaçlamalarımı temize çektim. 12 gün içinde (20 dakikalık) 7 bölümlü İzmir Süiti (piyano için opus 79) ve 18 dakikalık 2 Piyano Sonatı çıktı. Bence bu yeni çocuklar iyi eserler oldular...” dediği, bu yeni çocuklardan, “İzmir Süit”i ile buluşturdu seyircileri. 7 bölümün ruh ve karakterini, tek tek anlattı.
Birinci bölümde "Körfez Dalgaları"nı, üçüncü bölümde "Kordon’un Sessiz Sabahları"nı betimlediğini; beşinci bölümü "Urla Şiiri"ne ayırdığını söyledi. Süit’in “ikinci, dördüncü ve altıncı bölümleri”nde ise, Say’ın, adı İzmir marşına çıkmış (*) “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” temasını, (sırasıyla) "Brahms, Chopin ve Rachmainov İzmir’de" düşüyle harmanlayıp, “Ustalar”ın stiliyle buluşturduğu, “kompozisyon büyücülüğü” ile yüzleştik. “İzmir’de de, her yerde de bol bol çalacağım. Diğer meslektaşlarımın da severek repertuvarlarına alacağını düşünüyorum...” dediği Süit’in finalinde ise, “zeybek’in caz hali” vardı. Ben kendi adıma, (piyanodaki dehasıyla çoktan tek isimliler kulübüne terfi etmiş olan) Fazıl’ın, “besteciliğinin, piyanistliğinin de önünde olduğunu ve 3 vakte kadar; dünyanın, kendisini bu yönüyle daha çok alkışlayacağını” yine buraya sıkıştırıvermek istiyorum.
Kuşkusuz gecenin en hoş renklerinden biri de, müzik öğretmenleri Canan Atak, Duygu Elgun ve Eda Köyağasıoğlu’nun, başarılı sanat eğitimi dokunuşları ile yaratılmış; çok düzenli ve yetkin “gençlik korosu”nun performansıydı. Nâzım ve Livaneli imzalı şarkıları, bir dünya markasının piyanosu eşliğinde seslendirildi koro... Dahası, genç bir de solist dinledik; “Kamila Şaul” isimli bir kız öğrenci... Bestecinin, "Nâzım Oratoryosu"ndan "Kız Çocuğu" isimli şarkısını, koro eşliğinde okudu. Say’ın, bu yorumdan “onur duydum” şeklindeki inceliği, gözlerden kaçmadı elbet. Gençlerin anı defterinde, “unutulmaz bir imza” olmuştur sanırım. Ve gecenin, “nokta koyan unutulmaz”ına gelince... "Brahms, Chopin ve Rachmaninov tamam da, bakalım marşın orjinalini Işıkkent Korosu nasıl söyleyecek ?” diye sordu Say... Sorunun yanıtını, sahnedekileri dakikalarca ayakta alkışlayarak verdi salonu dolduranlar. Bu alkışlar, 1919 ruhunun, daha yüzyıllar boyunca, “ilelebet ve pâyidâr” olacağını müjdeliyordu...
(*) Meraklısı için, İzmir Marşı’na gelince... Bu konuda, en tatminkâr açıklamayı Murat Bardakçı’da bulusunuz: “... Eserin İzzeddin Hümayi Elçioğlu’nun bestesi olduğu söyleniyordu... /... Elimizde tek bir notası bile yoktur; 40’lı ve 50’li senelerdeki notalarda ise, “Kafkasya dağlarında çiçekler açar” diye terennüm edilmiştir... / ...Şamlı İskender’in 1927’de çıkartmış olduğu üç cildlik marş külliyatında neşredilen 20 adet İzzeddin Hümayi eserinin içinde de yoktur .../...Elçioğlu’nun elyazması nota arşivi bundan 35-40 sene kadar önce kızı tarafından bestekâr Erol Sayan’a hediye edilmiştir ama , binlerce nota arasında ‘İzmir’ marşı yine yoktur... /... ‘Sarıkamış ve Kafkas muharebelerinde okunmuş’ ama bestekârı bilinmeyen anonim bir eser...”
Azerbaycan coğrafyası, bugün Anadolu’da dinlediğimiz pek çok ezginin kaynağı olmuştur. Teadüfe bakın ki, yazının sonuna geldiğimde, Arif Melikov’un vefâtını öğrendim. Nûr içinde.../ nd)
Paylaş