İsabet... Battı!

BENİM kuşağımın çocukları, bilgisayar oyunlarına ancak üniversite yıllarında yetişebildi; ucundan kıyısından...

Haberin Devamı

Kasetlerle oyun programları yüklerdik.

“Commodore 64”ün kral olduğu günlerden bahsediyorum.
Bu “devrim” her şeyi devirmeden önce, “oyunun sınırları”nı kendimiz belirler, oyunumuzu kareli kâğıda kendimiz çizerdik...
Hızlı oynamak için 10x10, vaktimiz varsa, büyük, çok daha büyük alanlarda oynardık.
Hafızam beni yanıltmıyorsa, 1 adet 4’lü (ki bu Amiral gemisiydi...) 2 adet 3’lü, 3 adet 2’li ve 4 tane de tekli işaretlenirdi.
“Zırhlı, muhrip, denizaltı” birbirine yapışık yerleştirilemezdi.
Kaliteli plastikten yapılmış “fiyakalı”sını, oyuncakçının vitrininde ilk gördüğümde, (o yıllar için bir ilk turfanda olan) “ışın kılıcı görmüş” gibi olduğumu hatırlarım.
Karşılıklı olarak koordinatlar söyler, hayali atışlar yapar, rakip oyuncunun “donanması”nı batırmaya çalışırdık.
Hemen herkes bilir ama, hatırlatalım; “d2...” derdik örneğin, bazıları tek seferde birkaç atış yapardı: “c6, d6, f9...” gibi.
Atış, yerleştirip sakladığınız donanmanızın herhangi bir parçasını vuramamışsa, büyük bir keyifle “karavana” denirdi.
Görece büyük bir parçanız, diyelim ki, bir 3’lünüz vurulmuşsa, “isabet; devam ediyor...” demek zorundaydınız.
İsabet kaydeden, tekrar atış yapma hakkı kazanırdı.
Taaa ki, en son parça da vurulana, yani tüm donanma imha edilene kadar.
Kim önce karşı tarafı bitirirse, kazanırdı...
“İsabet”, sonsuza kadar “devam” etmezdi, edemezdi elbette...
Son öldürücü vuruş hedefe ulaştığında, “isabet, battı...” denilirdi.
Kurallar, “Amiral gemisi” batırılmış bile olsa, son parça da “düşene kadar”, oyunun devamına izin verirdi ama...
“Ama”sı var işte! O 4’lü gemi, manevî bir sembol olduğu için, bozulurdunuz, suratınız düşerdi...
Hafiften bir panik havası yaşanırdı.
Bazıları kurtarırdı paçayı, bazısı o moral bozukluğu sarmalında, “strateji ile rastlantı” arasına sıkışıp, kaybederdi oyunu...
İzmir medyasındaki “isabet alma” ve “batış” hali, birkaç senenin ya da birkaç atışın eseri değildir.
Esasen, atışı kimin yaptığı da artık önemini kaybetmiş vaziyette.
Arka arkaya, teker teker kaybedilen, irili ufaklı oyuncular, “oyunun sınırları”nı hep kendilerinin çizdiğini zannediyorlardı.
“Kalan sağlar bizim”di nasıl olsa, “kâğıt üzerinde”.
Gerçekten de kâğıt üzerindeymiş...
Yılın sonunda, 1995’ten beri program yaptığım Ege TV de yayın hayatını noktalıyormuş (?!)
“Ne dersin bu işe?” diye sorarsanız, (sorunun gizli öznesi “bir semboldü” diye iç geçirir...) samimi bir hüzünle, İzmir’de “devam ediyor”lar tükendi; “İsabet, battı!” derim...

Yazarın Tüm Yazıları