Paylaş
Ve bir kadehin buğusunda; “Ne olacak bu memleketin hali ?” derken, “savaş hali” de gündemimizde artık… Bombalardan, dehşet saçan hediyeler olarak irkilirken; “savaşın ve bombaların türevleri hakkında, algılarımız hâlâ umarsızlıkla malûl…”
“…Sanatçı, kaostan form çıkarandır. ‘İmaj bombardımanı’ altında saf anlamsızlık olarak yaşadığımız bir yaşamdan, nasıl bir form damıtabilir sanatçı ? Ve patlayan bombalarla algılarımız dumura uğramışsa, damıttığı bu formu algılayabilir miyiz?” diye soruyor; Rahmi Öğdül, “Gökkuşağı Forumu”nda… Yanıtı, 1992’de Çetin Altan şöyle vermiş: “…Aslında tarih tekerrür etmiyor. Nedenler değişmeyince sonuçlar da değişmiyor… Nedenleri değiştirmek ise öncelikle köylülüğü aşmakla mümkün...”
Timur Selçuk, “Babamın Şarkıları” albümüne, “…‘Dinlence – eğlence müzikleri’, yaşamdan bir kaçış, küçük bir molayla, küçük bir güç toplayıp, sıradanlığa devam ediştir. ‘Sanat müzikleri’ ise, yaşamla yüzleşmedir… / … besteci, inancı doğrultusunda, doğanın ya da Yaradan’ın ona armağan ettiği üstün yeteneği, toplumu uyarma, mümkünse bilinçlendirme adına kullanır. ‘Pastoral Senfoni’ yalnızca müzik değildir, insanın öteki canlılara ve doğayla birlikteliğini ve bu gerçeğin, evrendeki yerini sorgular sanki. Ve barıştan yana bir dünya özlemini sesler…” diye not düşmüş. Altan ise, yine 1992’de, (tartıştığımız gündeme) şöyle destek vermiş; yazısında: “Müzik bir başka boyuttur. Söz ve yazının bittiği yerde başlar. Nice nice kalemler, hep göz göze bakışıp durmuşlardır müzikle…Tolstoy, Kreutzer sonatıyla; Gide, Pastoral Senfoni’yle; Sagan Brams’ın 3. Senfonisiyle… Ama kalem, müziğin penceresi önünde, asla içeriye giremeden tur atar sadece…”
Büyük Usta, daha 1962’de isyan ediyordu zaten: “…Kâr üç şeyin yanına geldiği zaman iğrenç oluyor. Aşkın, sanatın ve düşüncenin. Bu üç şeyin saadeti, kâr hırsı dışındaki değerindedir. Çağımızda iki cereyan çarpışıyor. Her ne pahasına olursa olsun kârı ve zenginliği hedef tutan pratik düşünce ile insanlığın haysiyetiyle insanlığın mutluluğunu hedef tutan gerçek düşünce…” 1965’te de şöyle salvolar gönderiyordu: “…İhtirasları kafalarından büyük olanlar çoğaldı mı, orada yaşamak ıstırap olmaya başlıyor. Kafalar kozalak kadar… Görgü sıfır… Duygu yok. Ama ihtiras okyanuslar gibi. Zebani görmüş gibi bakıyorum böylelerine. ‘Şiir sever misiniz ? Boş ver… / Müzik dinler misiniz ? Boş ver…’ Ne bir mantık kontağı kurabilirsin, ne bir duygu kontağı; yaratığın böylesiyle… Köpürüp kabaran bir tiksinti kaplar yüreğini. Bir iki değil, düzinelerle var bunlardan… “
Takvimler 1986’yı gösterirken ise, okuduğunuz yazının yazılabilmesi için, şöyle pas veriyordu sanki bana: “Söze: ‘Her iş bitti de…’ diye bir başladık mı, ortalıkta küçümseyerek dudak bükülmeyecek, ayrıntı olmayan hiçbir şey bırakmaz, ayrıntılara emek harcamayı da değmez bulduğumuzdan, zamanı havaya savurur gideriz… Oysa Uygarlık ayrıntılarla uğraşmak demektir. Ve genellikle de öze, ayrıntıların kapısından girilir…”
Bu makaleden 10 yıl sonra, yazısında Münir Nurettin’le buluştuğu bir gün, “Bugünkü yazım sanırım alışılmışın dışında olacak. Önce özür dilerim. Tüm hayatını kalemle kâğıt arasına koymuş bir yazı adamının da, ‘Dönülmez akşamın ufkundayız…’ takvimlerinde usandığı anlar vardır hayattan…” diye dert yanıyordu.
“Her iş bitti de, müzik mi kaldı ?” diye soracaklara, peşin peşin cevap vermiş olayım diye, 60’ların başına kadar götürdüm Sizleri. Pazar günleri, Radyo Ege’de hazırlayıp sunduğumuz, “Nihat Demirkol ile Bir Nefes Alaturka”nın, yükselen misyonunu, (bombalar arasında) her gün biraz daha fazla hissediyoruz. Bu hafta, “Münir Nurettin Selçuk Özel Programı”nda, “1964 Kadıköy Konseri”nin kayıtlarını paylaşacağız. “Her iş bitti de…” demeyenleri, bekleriz Efendim…
Paylaş