Paylaş
İletişim sektörü, ne kadar “yeni nesil biçemler”e terfi ederse etsin, “gazete” fikri, kültür tarihinin sayfalarında, yeri yadsınamaz bir icat olarak çoktan yerini almış durumda.
“Okumayanla, okuyamayan arasında, hiçbir fark olmadığı” şeklindeki vurucu tarifin, aslında ilk ve yerel basamağıdır; ellerimizi boyayan o mürekkep kokusu...
Giderek, farklı sebeplerle (İzmir’de de) boyalı elimizi çektik gazeteden; çok farklı sebeplerle. “Küskünler kırgınlar, kızgınlar, dargınlar...” derken, yerel gazetelerimiz, nerdeyse, “altılı ganyan için hazırlanan tahmin ve bültenler”e döndü.
“Sen ben bizim oğlan” haberlerinden, “birbirini ağırlayanlar” fasıllarına, “dayanışmanın kreşendoları”ndan, “yoz inşaat – emlâk vitrinleri”ne kadar, yeni ve zorlama bir içerik egemen oldu gazetelerin yayın tercihlerinde...
Meselâ, şu okuduğunuz satırlara, yazı türü olarak “fıkra” denilirdi eskiden.
Sözlükler hâlâ, “gazete ve dergilerde, gündelik konuları bir görüş veya düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddi veya eğlendirici yazı türü” diye tanımlıyor.
Biliyor musunuz ki, son zamanlarda suni teneffüs ile yaşatılıyor?
Üç vakte kadar da soluğu kesileceğe benzer.
Popüler kültürün hırçınlığı ve vasatın hızlı yükselişi, gazete sayfalarının genetik alışkanlıklarını, “yazı işleri”nin elinden çekip alalı yıllar oldu zaten... Pek daha kimsenin haberi yok gibi (?!)
Hal böyle olunca, ekonomik ve sosyal değeri itibariyle, acaba “okumayız ama kullanırız...” kültürünün yaratıcı labirentlerine ilişkin göstergelerde de aynı umut kırıcı gerileme var mı acaba diye fikretmek ihtiyacı duydum. Sanki yok gibi...
Meselâ, biz gazeteyi okumayız, ama üzerinde ayakkabı boyarız.
Piknikte sofra bezi niyetine kullanır, uçurtmaya kuyruk diye takarız.
Katlayınca sinek öldürmek, mevsiminde baca tıkamak, üzerinde tırnak kesmek, dükkânda cam silmek için kullanırız.
Bekâr evlerinde mutfak rafı örtüsü, hattâ perde niyetine istifade eder, icabında kuş kafesine altlık, yeni yıkanmış arabada paspas yaparız.
Oto boyacıları da mastar bandı olarak kullanır söz gelimi...
Bira-rakı kamuflajında ambalaj malzemesi, badana sırasında yer koruyucudur gazete.
Pirinç pilavı dem alsın diye örtü, çiğdem keyfinde kese kâğıdı oluverir.
Sağ salimken, güneşten korumak için şapka yapılan şey, ölümlü trafik kazalarında, magazin dahil bütün sayfalarıyla örter bütün bedeni.
Ev taşırken gazeteye çay bardağı sarmamış, İzmir sıcağında yelpazelenmemiş var mıdır içimizde?
Ya uçak yapıp uçurmamış, gemi yapıp yüzdürmemiş biri çıkar mı aramızdan?
Nostaljide kese kâğıdı, yıkılan statlarda tribün koltuğuydu gazete...
Çöp kovasının altına yerleştirilirken, göz ucuyla “cemiyet haberleri”ne de bakılırdı.
Ayakkabı sıkarsa, katlanır içine konur, vitrindeki çantaların içi doldurulurdu.
Soba tutuşturulurdu; elbise patronu çıkartırdı annelerimiz...
Demem o ki, “sevgili okuyucu, (şakayla karışık sorayım) şimdi, web ortamındaki hangi enstrüman, bu kadar zengin bir kullanım alanı sunuyor sizlere?” Kapanan her gazete, kapısına kilit vurulun her bölge eki, her yerel yayın, İzmir’den bir şeyler kopartıyor ve “yukarıda çalakalem sıraladığım, sosyal bir hâtırayı” da beraberinde alıp götürüyor, yazık!
İzmir’in görsel medyadaki teslimiyetini, başka bir yazıya bırakıyorum...
Paylaş