Paylaş
Sevgili SİPAHİ’nin, “FORMULA 1’in 2012 takviminde Türkiye’nin olmayışını yorumlayan” yazısını okuyunca, “projeye omuz veren birçok kişi”den biri olarak yine dertlendim. Madem ki, İzmir bir gol daha yedi, “eski defterleri açmak lâzım” diye düşünürüm...
FORMULA 1’in patronu Bernie Ecclestone’a, Adnan Menderes Havaalanı’nın VIP salonunda, “neden İzmir” sorusunun yanıtını şöyle anlatmıştık: “Üç milyon yıldır varolduğumuz dünya üzerinden, nice uygarlıklar geldi geçti... Herodotos, Anadolu’dan göçen Etrüsk’leri, M.Ö. IX. Yüzyıla tarihliyor. Gladyatör oyunları bize Anadolu’nun ve onların armağanıdır; Geleneğin Roma’ya ulaşması ise M.Ö. 264’ü bulur... Retiarus, Secutor, Andabata, Dimachaer, Hoplomocmus, Laquearius, gibi isimler verilmişti gladyatörlere. Arabalı olanlara, ‘Essedarius’ denilirdi. İnsanlık, üçüncü bin yılı tüketirken, ‘Arabalı Yarışçıları’ hala ayakta alkışlıyor... Ve kulak verirseniz pistlerden yükselen seslerin de değişmediğini duyarsınız. Hâlâ, ‘AVE CAESAR, MORİTURİ TE SALUTANT - Varol Sezar, Ölüme Gidenlerden Sana Selam...’ diye bağıranları duyarsınız.”
Bir karadelik olan İstanbul, sonunda FORMULA 1’i de yuttu. Bizans’ı batırdığı yetmedi; payitahtı olduğu Osmanlı’nın da başını yedi. Rabbena, hep bana... Her şeye talip. Çünkü her şey sadece ona yakışır. Festivaller, kongreler... Ekonominin merkezi, sanatın kalbinin attığı yer vs. Ben İstanbul’a düşman falan değilim. Ama her şeyin bir ölçüsü olmalı... Var mı dünyada Olimpiyatlara 3 kere aday olup da, 3 kere terslenen başka şehir? Olimpiyatlara eşdeğer bir ulusal tanıtım fırsatını, “yer seçimindeki beceriksizliğimizle başlayan bir hatalar zinciri” sonunda elimizden uçurduk. Aynı tarihlere rastlayan iki organizasyonu, biri diğerini gölgelemesin diye hafife alan İzmirliler ise, şimdi kendi vicdan muhasebelerini yapmak zorundalar. Göreceksiniz, birkaç yıl daha geçsin üzerinden, UNIVERSIADE’ın adını bile hatırlayan olmayacak. Skor büyüdükçe dövüneceğiz...
Gazete arşivlerinin önemi artarken
Bu dönemin yetişen gençlerine bir önerim olacak. Ciddiye alırlar veya almazlar, onların bileceği iş. Ben ve yaşıtlarım, 20. yüzyılda doğduk, 21. yüzyılda öleceğiz. Sizler, 21. yüzyılda doğdunuz, (genetik bilimi mucizeler yaratmazsa) 21. yüzyılda öleceksiniz. İçinizden bazıları 22. yüzyıla da dokunacak. Dijital medyanın doruklarını göreceksiniz. O tarihlerde, bugünkü anlamda yazılı ve görsel medya, gazete, dergi vs. kalmayacak. Dijital bellekler sandığınız kadar güvenli olmayabilir. Derim ki, “İş işten geçmeden, bugünün elle tutulur, gözle görülür gazetelerinden küçük bir belgelik oluşturun. Önemli manşetleri, köşe yazılarını, kilometre taşlarını biriktirin”. Neden mi? sonra bakıp da gülmek (veya ağlamak) için. Ben kendi koleksiyonumdan bir tanesini paylaşırsam, belki siparişim daha iyi anlaşılır. Örneğin, geçenlerde, Kenan Evren için “yargılansın, hesap versin” diyen anlı şanlı bir köşe yazarımız, 1980 tarihli (ve darbeyi öven) yazısını şöyle noktalamış: “...evrendin, şimdi evrensel oldun...” Saklayın ve arada bir göz atın. Göreceksiniz çok işinize yarayacak. Hiç olmadı, üstünde “karpuz” kesersiniz...
ODTÜ’nün yaptığını yadırgayanlardanım
Üniversiteleri birbirinden ayıran, büyük yapan, sadece “yıllanmış” olması değildir. Onlara “dem”ini veren, “Öğretim üyeleri, kütüphanesi, duruşu ve geleneğidir...” Buluş, kurgu, reji, metinler hepsi çok güzel; yaratıcı, etkileyici... Ama efsaneler reklam yapmaz. Çünkü ihtiyacı yoktur. Reklam yapmaya başlamışsa, arkasından soru işaretleri de gelmeye başlar. Geleneğin reklamı olmaz! Yazık etmişsiniz...
Paylaş