Paylaş
Alsancak Garı Karşısı butik konser salonunda; İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı İKSEV’in, İzmir Kalkınma Ajansı desteğiyle somutlaştırdığı ve “Kentin başlıca müzik ve sanat merkezlerinden biri olmayı hedefleyen, toplum ile dinamik, canlı ilişkiler kurabilen ve yaşayan/yaşanan bir mekâna dönüşecek” MÜZİKSEV Projesi’nin vizyonuyla paylaşmıştım bu repertuvarı, meraklısıyla...
Aradan 5 yıl geçmiş... Bu kez, EGE KÜLTÜR DERNEĞİ’nin, “... Anadolu insanının toplumsal belleğinde taşıdığı iyiliğe yönelik hayat görüşünü oluşturan yüksek değerdeki geleneksel bilinci, dans ve müzik yoluyla kitlelere duyurmak...” idealini, “...geçmişin deneyimleri bilmeyen bir toplumun geleceğe sağlam adımlarla yürümesinin mümkün olamayacağı...” düşüncesi ile aylara serpiştirdiği “Kültür-Sanat Etkinlikleri”nde; “2018 – 2019’un ilk konuğu” onuruyla sahne aldım. Piyanonun tuşlarını, dün akşam bana emanet etmek nezaketini gösterdiler ve Feyzi Aslangil’i, “Saz Eserleri”nden oluşan bir repertuvarla, “sohbet ve doğaçlamalar” gündemiyle andık. Çok güzel bir alışveriş oldu...
Malûm; Türk Mûsikîsinde piyano, ağır nazariyatçıların gözünde reddedilmiş bir enstrümandır. Rahmetli Cinuçen Tanrıkorur’un cümleleriyle özetlersek;“…Müzikten anlamayan kulakları, uzaktan, Nihâvend’i, Mâhur’u, Acemaşîran’ı andıran zevzeklikler” ile eğlendirmeye çalıştım... Yine rahmetlinin tarifiyle, zaten bendeniz (de),“Piyano ile Türk Mûsikîsi çalmanın neden mümkün olmadığını anlatabildikleri aklı başında müzisyenler”den olmadığım için, “...çaldığımın Türk Mûsikîsi olduğunu zan veya iddia ederek...” meraklısını, (ki gelenler salona sığmadılar) 1 saat kadar oyalamaya çalıştım.
Lâtife bir yana, 14 Ağustos 1954’te, İstanbul’da, (Harbiye) Açıkhava Tiyatrosu’nda, Saadettin Kaynak’ın jübilesinde, “Sadece Feyzi Aslangil ile geldim; esasen kendisi bir orkestraya bedeldir...” diyen Üstâd Münir Nureddin Bey’in tarafında durduğum için, “Feyzi Aslangil’e mektuplar...” derken; ben ve katılımcılar, dinleyiciler, “sanatsal düzeyi gözeten bir haz kültürü”ne katkıda bulunmayı düşlemekle yetindik.
Sol el icrası, (yazılmamış notaların) sürekli ve anlık tasarımına dayanan, sağ eldeki heterofonik yorumu, neoklâsik üslûbun rüzgârlarını taşıyan; icranın genelinde ise, makamların seyri ve usûllerin akışkanlığını terk etmeden, doğaçlama bir zenginlik armağan eden“Usta”yı, alaturkayı, “ezgi ve melodik çizgiye sadık kalma özeniyle, eşzamanlı olarak eklediği uyumlu notalarla destekleyip zenginleştirmek (Heterofoni) konusunda, yeri doldurulmaz bir konser piyanisti...” olan Feyzi Aslangil’i, (anısına kaleme aldığımız kitabı yayınlamadan önce) , İzmir’den bir vefâ seslenişi ile Bornova BORTES’in evsahipliğinde, bir kez daha anmaya çalıştık.
Refik Fersan’ın, “...Kendimi bildim bileli, zaman zaman, Şark ve Garp musikîsi arasında bir münakaşa, bir mücadele kopar ! Bülbül sesi alafranga mıdır, alaturka mıdır ? Ne cevap vereceğiz ? Ne Rast, Nihâvend makamıdır; ne de majör veya minördür. Yalnız güzel bir musikîdir. Musikî, herkesi, ayrı ayrı seslerle mütehassıs eder...” fikrinden yola çıkarak, “güzel”den mütehassıs olanlarla birlikte; Çetin Altan tabiriyle “reddiye katarları”nı utandırmaya çalıştık...
Zaten bunun için Attilâ İlhan, “Böyle Bir Sevmek” de,
“...alaturka bir piyanonun
neveser tuşlarında
kederli bir incelik vardır duruşlarında
o kızlar ki
hiç yaşanmamış bir aşkın anısıyla yaşar
bir rüyadan kaçırılmış
hayallerdir sanki... “ demiyor muydu ?
Paylaş