Paylaş
Anında düştü sosyal medyaya... Fazıl Say, 3 eserinin, kendisi Japonya’da turnedeyken, bakanlık tarafından programdan çıkarılması üzerine, Pekin’den, “Sayın Başbakan, Sayın Kültür Bakanı ve Tüm Yetkililer...” diye başlayan bir mektup yazdı. Çoğunuzun merakla “tık”ladığınızı biliyorum. Yine de, mektubun bazı bölümleri üzerinde biraz daha fazla düşünmek, “tarihe not düşen” bu satırların, aslında, bölümler halinde bestelenmiş bir “İbret Senfonisi” olduğunu, “sanattan anlamayanlara” açıklamak lazım.
Eserin ilk bölümü, basit bir tema ve az sayıda nota içeriyor; “Allegro” bestelenmiş; şöyle diyor sanatçı; “...Ne zaman gerçekten ‘güçlü’ olunur, biliyor musunuz? Hem doğuyu, hem batıyı, hem de ikisinin sentezini en iyi şekilde var ettiğinizde... Ankara’da çalınması yasaklanan ‘İstanbul Senfonisi’ eseri işte bu yüzden dünyanın her yerinde çalındı. Daha geçen hafta Tokyo Senfoni Orkestrası çaldı. İstanbul Senfonisi, 80 kişilik batı orkestrasının en önünde, Ney, Kanun, Bendir ve Kudüm ile çalınan bir eserdir. İstanbul’u müzik ile anlatır. Eserin sözleri yoktur...”
Burada açıkca sorgulanan şudur; Bakalım, mektubun muhatabı olan seyirci, sanatçının, bu bölümde, “yasakçı zihniyeti”, nasıl ağır bir cezaya çarptırdığını fark edebilecek mi? Sözleri bile olmayan bir sanat eserinin varlığından, ‘endişe’ üretmek etiketi, bakalım kaç yüzyıl o ceketin ensesinde duracak?
2. Bölüm’de aynı tema daha ayrıntılı biçimde işlenmiş ama daha ağır tempolu; “Andante”.
“...Fazıl Say’ın dünya üzeri her yıl 100-130 konseri var. İstersen incele. ‘Kimdir bu?’ diye bir kere olsun bak, anlamaya çalış. Bir Türk vatandaşı. Tüm eserlerinin konusu Türkiye olan bir sanatçı... /...Fazıl Say’ın 56 eseri var. 3 tanesi Ankara’da çalınamadı diye hiç bir şey değişmiyor Fazıl Say için... / ...Her yıl 30’dan fazla ülkede 100-130 konseri var. Bak, 3-4 konserimi iptal edince ne benim için bir şey değişiyor, ne de başkası için. Sadece şaşkınlık ve küçümseme ile karşılanıyor bu tutum...”
Yani merakla şu soruluyor... Acaba, yüksek rakımlı tepeler, nefesli sazların “senin beni tanımıyor olma eksikliğin, kimsenin umurunda olmadığı gibi, aksine bu resim, kimsenin ‘seni kaale almadığını’ tescilliyor” mesajını anlayabilecek mi ?
3. Bölüm, “Menuet” yerine “Scherzo” lezzetinde... “Korkma, sanattan sanatçılardan, karşındaki askeri güç filan değil, karşındaki müzisyen, tiyatrocu, dansçı... İnsan... Sade vatandaş...”
Sanatseverler, buradan iki farklı anlam çıkartacak kuşkusuz! İlki, “korkmak ne kelime, aslında tir tir titremelisin” anlamına gelen melodik yapı, ikincisi, “korkunun ecele faydası yok ki...” hatırlatması.
Ayakta alkışladığımız parlak final ise, yine “Allegro” çalınsın diye düşünülmüş, hatta belki “Rondo” tadında: “...Türkiye’nin dünya üzerinde tanınan bir kaç sanatçısı var. Ve bu noktaya şans eseri gelinmiyor, yarışmalar kazanılıyor, ödüller kazanılıyor, dünya üzeri yüzlerce şehirde binlerce konser vererek on yıllar süren bir emeğin karşılığında bir yere varılıyor ve hiç kolay değil o noktaya varmak...”
Program kitapçığında, şöyle yazıyor sanki... Ben bulunduğum noktaya (birileri gibi) şans eseri gelmedim. Bir Türk sanatçısı olarak ismim ve eserlerim, dünya durdukça yaşayacak... Siz beni anlamıyorsunuz, ama ben sizin telaşınızı anlıyorum: Ben ve benim gibiler olduğu müddetçe, “sanatın ve sanatçının ölümsüzlüğü ışıldamaya” devam edecek. Siyaset ve siyasetçi ise, “sadece şaibeli bir seçim istatistiği” olarak hatırlanacak; o da unutulana kadar... Cumhuriyet Konseri’nin, bundan daha anlamlı bir repertuvarı olabilir miydi?
Paylaş