Paylaş
Açıkçası korkuyorum! Hepimize Haldun Taner’den hatıra kalan “Fasulyeciyan’ın Tiradı” var ya hani? “...Zaten aktör dediğin nedir ki?” diye başlayıp, “Perde!” diye biten. “...Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuşla Virginia’nın bir dialogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler...” tekerlemesi aklıma geliyor ve konserin orta yerinde, (bu mabedi olur olmaz işler için kullanmış) münasebetsiz bir politikacının, saçma sapan bir tiradı, müziğe karışacakmış endişesinden kurtulamıyorum. Neyse ki bu konserde de, cazın “mavi notalar”ı, çapsızlığını rutinini siliverdi; dakikalar içinde...
Geçen perşembe günü, festivalde, piyanist, besteci Marc Perrenoud’u triosu ile (Marco Müller – Bas, Cyril Regamey – Davul) dinleme fırsatı bulduk. Logo, Two Lost Churches, Vestry Lament ve ‘Nature Boy’dan sonra; 2008’den bu yana çıkarttıkları beşinci, bol ödüllü ve adını, mitolojide ‘rüyalara biçim veren kehanet rüyaları tanrısı’ndan alan albümleri ‘Morphée’i seslendirdiler. Çok parlak bir geceydi... Avrupa cazına getirdiği yeni ses ile, son 10 yılda, dünya çapında yaklaşık 400 konser veren trionun ödüllerinden bahsedebilmek için, ayrı bir yazı lazım; mecburen hatırlatıp geçiyoruz.
Adını kişilerden alan trioların ismine, öteden beri üzülürüm. İçinde bir “esas oğlan” olduğunu hissettirmesi bile, “toplu icra estetiği” adına, bir burukluk verir bana. Bu grup da, benim gibilere aynı kaderi yaşatanlardan... İşte o esas oğlan; yaptıkları müziği çağrıştırmayan ve öyle her zaman da alışık olmadığımız, ‘kontrollü ve müşterisini kapıda karşılayan bir İsviçre bankası müdürünün sükûneti, ciddiyeti, özgüven ve uygar retorikası’ içinde, samimiyet ile sahne şımarıklığının birbirine karışmadığı bir tavırla eline aldı mikrofonu...
Söylediklerinin pek çoğu, kelimesi kelimesine vardı program kitapçığında. Ama İzmirli seyirci, İngilizce anladığını vitrinlemek kaygısını yine bastıramadı ve yine abartılı nidalarla karşılık verdi sanatçıya. İşitip-okuduklarımız, mealen şöyle: “Bazı insanlar için geceleri müzik yazmak doğaldır. Benim için değil. Ben daha çok sabah insanıyım. 2019 Ağustos’unda, Cenevre’de gündüzleri boğucu bir sıcak vardı; bu yüzden gece bestecisi oldum... /...Yaz aylarında zamanla ilişki farklıdır, işler yavaşlar. Geceleri, uyku ve yarı bilinç arasında yazmak, daha büyük bir boşluk ve rezonans duygusuyla farklı bir dünyaya girmeme, özgür, açık, zamansız bir ses geliştirmeme izin verdi.../ ...Château Rouge’da kendimizi izole ettik ve böylece oldukça farklı bir şekilde çalışma imkânı bulduk... / ...Gece yaşantısından alınan sekiz anlık görüntü... / ...Bazen bir rüyanın anımsaması zor çırpınışı, bazen nefes kesen bir dinamizm, bazen ışıksız bir gecede, kente özgü bir saklambaç oyunu... /...Buna karşılık, trionun nefes almasına ve son derece yavaş bir tempoda ses algısını açmasına izin veren bir başkası.../ ...Alacakaranlğa ait bir şarkıyla başlayarak samimi bir baladın metamorfozuna dönüşüveren bir diğeri...”
Ekim 2019’da Studio de Meudon’da muhteşem bir Steinway kuyruklu piyanoda kaydedilen albümü, AASSM’de, yine muhteşem bir Steinway’de dinledik. İz bırakan notlara gelince... “Piyanoda, tribüne oynamadan oturabilen, rahmetli validenin, ‘dolma sarar gibi kaygısız bir özgüvenle çalıyor’ dediği tipte, sakin bir adam. Bestelerinin sonunda, sanki hep bir ölçü (özellikle) eksik bırakılmış gibi; stili böyle... Gerekmedikçe pedal kullanmıyor. Ayakta, kontrbas ile sarmaş dolaş dolaş, gösterişsiz bir basçı... Benim gibi ‘bassperest’ler için terapi dakikalarını süslüyor... Ve Fasulyeciyan ile başlayan yazının sonunda, üstünde ‘İstanbul - Agop Zilciyan’ yazan zillerle açık açık oynaştığını söylemem gereken, cazdan öte bir şaman davulcusu; son zamanlarda dinlediklerimin, en iyisi... Trio’nun belirgin ritim cümleleri ve bir İsviçre saatinin içgüdüsel düzeni... Bu konserden de, bu kadar... 02 Nisan’a kadar devam edecek Festival programını, yakından talip etmenizi öneririm.
Paylaş