Paylaş
YETMİŞLİ yılların Ankara’sında vakit gece yarısını geçmiş... Çankaya dolmuşlarından birinde şoförle beraber 4 kişiyiz. “Farabî’de inecek var” diyor biri. Diğeri söze karışıyor: “Nereden bulurlar da koyarlar, böyle acayip isimleri caddelere, sokaklara?”
Şoförümüzden beklenmedik bir açıklama geliyor: “Onun hikâyesi var abi” diyor; “Vaktiyle şimdiki durağın olduğu yerde bir tane ev varmış. Fahri abi diye biri otururmuş. Mahalleli çok severmiş. Gel zaman, git zaman, Fahri abi söylene söylene bozulmuş; Farabî olmuş işte...”
İsyankâr yolcu yeni bir şey öğrenmekten mutlu, ben ise “işe bak, güme gitti koca Farabî” diyerek iniyorum dolmuştan... Bu öykünün içindeki “tatlı-ekşi sos” ile yıllar sonra tekrar karşılaşmak varmış.
EXPO’nun kendilerine ısrarla iyi anlatılmadığını fark eden hemşehrilerimiz de, “olsa olsa metodu”yla vaziyeti tariflemeye çalışıyorlardı; kulak misafiri oldum. “Bir kere” dedi içlerinden biri, “bizim alfabede ‘x’ diye bir harf yok; o sesi çıkartmak için mecburen ‘ekspo’ diye okuyoruz. Kelime anlamı sergi gibi bir şey, kısaltması... Ama harf harf özel bir açılımı yok. Dünya sergisine EKSPO diyorlar...”
Bir başkası, “yahu iyi oldu” dedi, “bunu söylediğin. Ben hep başka bir şey sanıyordum. Bahaneyle doğrusunu öğrendik.” Etraftakiler, “ne sanıyordun?” diye –soran- gözlerini, sözün sahibine çevirince de gülerek kendi “tercümesi”ni açıkladı.
“Ben sanıyordum ki” dedi, “EKSPO’yu alınca... Eskiden Kahrolduğumuz Sorunlarımız, Parçalanmış Olacak...”
Ondan cesaret alan ahali de kendi çıkarımlarını “döküldü” birer birer. Aklımda kalan “ironik” örnekleri ilerideki yazılarda paylaşacağım. Yumurta kapıya epeyce yaklaşmışken, İzmirli’nin çoktan EKSPO ile bütünleştiğini (?!) görmek ne güzel... Anladığını, algıladığını, sahiplendiğini (?!) bilmek ne hoş... “İşe bak, güme gidiyor koca EKSPO” demek, daha mı doğru acaba?
EKSPO için “Akrostiş” (1)
Yolumuz uzun Efendim... Bendeniz, bu haftadan başlayarak, bu köşede, ara sıra EKSPO ile ilgili bir “Akrostiş” paylaşacağım sizlerle; hiciv tadında... Gözlerden uzak tutulanları, âdabıyla eleştirmeye gayret edeceğim. Amacım üzüm yemektir; bağcı ile işim yok. Birilerinin çıkıp, bu işin göründüğü kadar “toz pembe” olmadığını söylemesi lâzım. Destek vermek başka bir şey, abartının tadını kaçırmak başka... Yerel medyada estirilen rüzgâra –sorgusuz sualsiz- bakarsanız, bu iş bitti sanırsınız. Öncelikle şunun bilinmesini istiyorum:
“Yazılanların önemli bir kısmı, konuşulurken böyle konuşulmuyor.”
Kapalı kapılar ardında yapılan sohbetlerde moraller, medya önündeki, mangalda kül bırakmayan tavırdan hayli uzakta... Bu işi “yürüten ve yönlendirenler”, İzmirli’yi ciddiye alıp, onları muhatap kabul edip, resme dahil edene kadar yazmayı sürdüreceğim. Kentlinin bilmediği, tanımadığı, sahiplendirilmediği bir organizasyonu, “ağzınızla kuş tutsanız” kazanamazsınız! Kasım 2013’e kadar, elimizde epeyce lâf birikeceğe benzer. İşte ilk mısralar...
Eğer olacağı varsa, her şey yolunda giderse...
Kasım ikibinonüçte, kopar kuyruğu dananın!
Söylentiler müspet gibi, lâkin söylenti nihayet,
Parça parça olur hayâl, sahip çıkılmazsa şayet...
Oylamanın aynasında... Kendine hayran olanın...
Paylaş