Paylaş
Ondan önce de Haziran 1999, 1995... Oysa, sevgili Deniz Sipahi beni gazeteye davet ederek köşemin adını da “Benim Gözlüğümden” koyduğunda, “köşe yazılarının yuvarlak hatlı olanları”nı öteden beri sevmediğimi biliyordu. Üstelik, kızımın, kitabımın arka kapağında, “Bakalım babamın yuvarlak gözlüklerine, bu sefer hayatın hangi –köşeleri- çarpmış?” diye sorduğu yıllardı. Ben de mesleğimle ilgili makûl ve mazbut (?!) yazılar yazıyordum. Sonradan irtifa kaybettim (?!); bu çiçek-böcek, sanat-manat yazılarıyla... Hattâ arada sırada, Mülkiyeli olmayı pek önemseyip, anlarmış gibi (?!), siyaset bile yazmaya yeltendiğim günler oldu... Ama lâf aramızda, “Yönetim Bilimi ve İnsan Kaynakları” içeriğiyle yazdığım yazılarda da esasa gelmeden önce Macellan gibi yapardım. Hani, “Ümit Burnu”na giderken karısına, “bi tur atıp gelecem” demiş ya, onun gibi bir şey! “Patlamalar”ın, Anadolu ve Avrupa coğrafyasında, nasıl da farklı yönetildiğini hayretle gözlemleyince, eski hallerim depreşti. Araya bir tane de “ciddi” (?!) yazı sıkıştırıvereyim dedim. Şimdi gelin, 1990’larda yazdıklarımın, şu garip memlekette hâlâ gündemi meşgul edip etmediğini birlikte kurcalayalım.
Meselâ, “Torunlarınızı, size minnettar kılacak dünya bu mu olacak?” başlıklı yazıda, “Üstünde nilüfer çiçeği bulunan bir havuzunuz olduğunu düşünün. Nilüfer her gün bir kat büyümektedir. Bitki kendi haline bırakıldığı takdirde, 30 günde havuzun bütün yüzeyini kaplayacaktır. Nilüferin büyüklüğü uzun bir süre göze az görünür, bu nedenle, havuzun yarısını kaplayıncaya kadar insan bitkiyi koparmayı düşünmez. Bu büyüme eğilimine göre, nilüfer havuzun yarı yüzeyini hangi gün kaplayacaktır? Tabii ki, yirmi dokuzuncu gün. Artık havuzunuzu kurtarmak için sadece bir gününüz kalmıştır...” deyivermişim, tespit güncel gibi...
“Prometheus”ta, “...Kavga Zeus’la Prometheus arasındadır ve bugün, ‘bilginin tutsaklığına tahammülü olmayan’ insanoğlunun, özgürlük-kölelik kavgasında, belki de ilk perdedir. Evreni yöneten, tanrıların ve insanların egemeni Zeus özgürdür de prangaya vurulmuş, ıssız bir kayalıkta sonsuzluğa dek işkencelere mahkum, ölümsüz olduğu için canına kıyma özgürlüğünden bile yoksun Prometheus köledir öyle mi? Zeus bütün kurbanları, uşakları, dalkavuklarına karşın bir çocuk gibi zayıf ve çaresizdir. Onu yıkımdan kurtaracak tek kişi, akıl gücünün taşıyıcısı Prometheus’tur. Zeus tutukladığı düşmanının elinde tutukludur aslında...” diye alıntılamışım. Hâlâ pek tanıdık sanki! “Şüpheci bir yazı”da ise, “Büyük fetihlerden sonra veya ustaca yürütülen propagandalar sayesinde olduğundan büyük gösterilen önemsiz zaferlerin dönüşünde Romalılar, İmparatorlarını coşkuyla karşılar ve hep bir ağızdan sorarlarmış: -Ne aldığını biliyoruz Sezar; neler verdin?-” diye, dedikodu yapmışım, pişman filân değilim.
“Saddam rüyama girdi...” yazımda, (sözde) “...Siz beni ve halkımı düşünmeyi bırakın komşu” demiş bana, yıkılmadan önce Diktatör. “Bu rüyanın, aslında kimlerin kâbusu olduğunu bulmaya çalışın. Krizden kimin sorumlu olduğu genellikle belli değildir. Ama, doğru cevapları bulması gereken kişiler, muhtemel bir krizin çözülmesinden sorumlu olanlardır... Bunları mutlaka yaz gazetende...” diye de tamamlamış sözlerini. “Kassandra’ya inanmayanlar için...” başlığı altında, “Hiçbir kriz, bir başka krizin kurallarına göre aşılmaz. Mutlaka birşeyler değişmiştir; artık yeni kurallar geçerlidir. Bu yüzden, sadece sıradan, kolay tahmin edilen olayların değil, beklenmeyen olay ve senaryoların da üstesinden gelebilecek bir takım kurulmalıdır. Ama çoğu kez problem, sadece kuralların değiştiğini fark etmememiz değil, şu anda hangi kurallara uymamız gerektiğini bilmememizdir. Çoğunlukla, kural değişikliklerini haber verecek hiç bir uyarı işareti yoktur. Kriz sinsice sokulmaktadır. Bir şeyin ne olduğunu tam bilmemenize rağmen, büyük bir şeyin, önemli bir şeyin değiştiğini hissedersiniz. Her ülkede, her şehirde “Kassandra”lar vardır, onlara kulak veriniz... / ...Her şey yolunda değil, ıskalamayınız!” diye hatırlatmışım.
“Kriz ve John STEINBECK” yazısında ise, “...Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar, ‘Bir insan gerçekten diğer insanlar hakkında birşey bilmiyorsa, yapabileceği en iyi şey, diğerlerinin de kendisi gibi olduğunu ummaktır...’ derken, Steinbeck’ten neredeyse yarım asır sonra, ‘yalnız paranoidler ayakta kalır’ diyen Andrew Grove, başka bir şeye işaret etmek istiyordu sanırım. Bu kriz de nasıl olsa atlatılacak. Ama yaşadıklarımızı ertesi gün unutacağız. Rüzgar yön değiştirdiğinde, “neden her şey bu kadar yolunda gidiyor?” sorusunu, “aramızdan kaç kişi sormak basiretini gösterecek?” diye sormuşum. Aynı soruyu bugün sordum farz edin, yadırgar mıydınız?
Paylaş