Paylaş
Önsöz’ün ilk paragrafında şöyle deniyordu:
“…Büyük adamlar inziva içinde yaşadıkları zaman bile,
devirlerinin birer mümessili sayılırlar.
Bu bakımdan onların hayatları ve eserleri, tarihin hulâsası, özü demektir…
‘Elli Türk Büyüğü” engin Türk tarihinin,
elli meşâle altında umumî bir temâşası demek oluyor…”
Aynı “peşrev”de yazar, metodoloji hakkında bilgi veriyor,
seçim ve sınıflandırmanın zorluğundan bahsediyordu.
Hattâ, mahcubiyet içerisinde olduğunu hissettirerek,
“…Bu mahdut listeye girmeyen öteki büyüklerin ruhu da,
elli büyük Türk’ün hatırı için bizi affedecektir kanaatindeyiz…” diye ekliyordu.
“Takdim”in sonlarında ise, (Gazetem adına anılması gereken bir portrenin ismi de zikredilerek), şu ayrıntı paylaşılıyordu:
“Elli Türk Büyüğü”nün şekli, değerli dostum Sedat Simavi’nin zevkinden,
orijinal birer sanat eseri olan tabloları,
kıymetli ressamımız Münif Fehim’in fırçasından doğdu.
Eser halkımızın ve gençliğimizin kültürüne ümit ettiğimiz faydayı temin ederse,
bundan üçümüz de sevineceğiz…”
Sonradan bu türdeki kitaplar, “Türk Büyükleri…” ,
“60 Türk Büyüğü” , “100 Türk Büyüğü” gibi isimlerle tekrar tekrar basıldı;
liste genişledi, zenginleştirildi…
Sonunda, promosyon çılgınlığı yıllarında,
gazetelerin kuponla verdiği armağanlara dönüştü.
Bugün, ilk baskılar için bile (ne hazindir ki, Türk Büyükleri’nin ) değeri,
müzayede sitelerinde 20.- TL’den fazla etmiyor.
Yıllar geçtikçe, bu gibi kitapların yeni baskıları yapılacak elbette.
“Büyükler bahsinde”, “yüz”ler “ikiyüz”leri, “beşyüz”ler “bin”leri bulacak belki.
Rüzgâr nereden eserse, bu sayfalara, satılmış kalemler eliyle,
“ölçütler ve sınıflandırma tercihleri sulandırılarak,
üstelik, sığ, duygusal ve hamasî yaklaşımlar ile
(yetmez…) tesadüfî varsayımlar kullanılarak” olur olmaz portreler girecek;
ortaya bir “nevzuhûr – yeni yetme isimler ansiklopedisi” çıkacak gibi geliyor bana.
Yani bu kitaplara, önümüzdeki senelerde “münasebetsiz” bir sürü ismi de sokuşturacaklar.
“İş işten geçmeden” dedim; “bir vicdan borcunu yerine getireyim…”
Malûm, iki koşulda gölge yoktur: bir karanlıkta, bir de güneş tam tepedeyken...
Önceki derlemeler, Türk büyüklerinin aydınlık yüzlerini resmeder.
Yani, güneş doğarken, yükselirken verdikleri gölge, var olanın, mevcudun yansımasıdır.
Güneş batarken daha “uzun” görünenler ise,
yükselen değerlerin bir bir yok olmasından sebeplenenlerdir.
Yukarıda sözünü ettiğim düzmece kitapların basılması ihtimaline karşı, “…devirlerinin birer mümessili sayılanlardan, kuru kalabalık yüzünden, bu sınırlı listeye giremeyenlerden, -gölgesi, gövdesi ile aynı boyda olan edep sahipleri-nden ve özellikle, “isimleri ‘yeni yetmeler’ ile bir arada anılacak cümle büyüklerimiz”den de peşin peşin özür diliyorum.
Umarım, “bu büyüklüğün sembolik hatırı için bizi affedebilirler…”
Paylaş