“Butik Cami”ye gelince...

Haberin Devamı

 

“Yapımı 2 yıldır süren İstanbul - Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii, Ramazan ayının ilk gününe denk gelen 20 Temmuz’da, cuma namazıyla açılacak” diye bir haber geçti Anadolu Ajansı. Ben de düşündüm ki, bir süredir etrafında dolaştığım “İzmir’de Butik İbadethâne” konusuna (şöyle bir) değinmek için gündemdeki bu iddialı açılış, anlamlı bir fırsat olabilir. Önce küçük bir hatırlatma...
Yıllar önce bir oyun sahneye koymuştu Ferhan Şensoy, izleyenleriniz olmuştur; “İstanbul’u Satıyorum...” Ömrüne bereket, Münir Özkul ile birlikte oynamışlardı. Kentin silüetini (bugünkü gibi) önemsemeyen, (bugünkü gibi) sadece gökdelenler dikerek büyük paralar kazanmaya odaklanmış, (bugünkü gibi) açgözlü, fırsatçı (bugünkü gibi...), her devrin adamı ve popülist bir müteahhit ile (ki, bugün medyada boy gösteren bazıları gibi o kendine –işadamı- diyordu) Mimar Sinan arasındaki diyaloglarıyla ünlenmişti oyun... Hiç değilse bir kısmını paylaşmalıyım:
Açgözlü, “Hoş geldin koca Sinan, İstanbul’u nasıl buldun?” diye sorunca, “İstanbul’u bulamadım. İstanbul nerde? Bizim İstanbulumuzu nereye götürdünüz? Ellerimle yaptığım camilerimi bulamadım. Apartmanlardan camiler görünmez olmuş” diye cevap verir Sinan ve arkasından hayretle bağırır; “Aaaaa o ne öyle?” Fırsatçı, “Boğaz Köprüsü” deyince de ilk cevabı yapıştırır: “Ahhhh! Eyvah! Cânım boğazın üstüne, köprü diye ede ede bunu mu edâ ettiniz?” Her devrin adamı, “Nesi var?” diye sorar. İkinci cevap daha ağırdır: “Tövbe, estağfurullah! Beton yığınlarının arasına tel germişler... Ben o kadar köprü yaptım. Hiçbirini görmemişler mi?” Her devrin adamı, “Artık dünyadaki ideal ve standart asma köprü tipi bu” diyerek, eleştiriyi umursamaz bir açıklamayla geçiştirmek isterken Sinan, bence oyunun en önemli cümlesini patlatır: “Ben yapsaydım sanat eseri olurdu; bu inşaat olmuş! Hiç dolaşmadın mı Süleymaniye’yi? Gidip görmedin mi Selimiye’yi?”
Siz bu satırları okurken, Mimar Sinan Camii henüz ibadete açılmış olacak. Doğal olarak henüz göremedim; ilk fırsatta gezebilmeyi umuyorum. Ama bu yazıyı yazmadan önce, yüzlerce fotoğrafını inceledim. “Adını verebilirsiniz ama ruhunu vermek başka şeyler ister” gözlemine ulaşmam çok zor olmadı. (Bir gün yanıldığımı görürsem, bu köşede açıklar ve özür dilerim). Aslında lâfı, “büyük olması önemli değildir, ‘özel olması’ önemlidir” noktasına getirmek istiyorum.
“Butik Cami”ye gelince... İşte “butik bir ibadethâne”, öncelikle “büyük” değildir. Girerken ve çıkarken, ispenç horozu gibi elinizde ayakkabılarınızla sağa sola koşturmazsınız. Abdest alınan yerlerde ıslak ayaklara çorap giyilmez. Böylece, ıslak çoraplar ekşi ekşi kokmaz bu ibadethânede. Cemaat kâğıt havlunun icat edilmiş olduğundan haberdardır çünkü. Ayrıca buralarda, ön saflara geçmek için halıda yürüyenler, birkaç dakika sonra insanların yüzünü süreceği, secde edeceği yerlere basmamaya özen gösterirler. Duvarlara ve sütunlara birbirinin eşi olmayan iki uyduruk vidayla tutturulmuş kancalara asılmış tespihler, üçüncü sınıf plastikten yapılmamıştır. Çıkışta, kimseler yolunuzu kesmez, “camiye yardım, Kur’an kursuna destek...” diyerek.
Bu tarife uyan cami var mıdır? Ben bilmiyorum. Dikkatinizden kaçmamıştır; yukarıdaki tarif için cemaatin de “butik” olması gerekiyor. Böyle bir “proje” İzmir’de gerçekleştirilebilir mi? Neden olmasın? Hayırlı Ramazanlar...

Yazarın Tüm Yazıları