Paylaş
Geçiş üstünlüğü bulunan araçların başında gelir “ambulanslar !” Ve trafiğin mikadonun çöplerine dönmüş olduğu saatlerde bile, yol ağında seyreden araçlar, hasta taşıyan ya da acil bir sağlık sorununa yetişmek için çırpınan ambulanslara yol vermekle yükümlüdür. Sürücüler, sağduyularına, empati becerilerine, geometri bilgilerine, vicdanlarına, hızlarına, reflekslerine ve çözüm yaratma yeterliliklerine göre, yaklaşan bir ambulansın yanar - döner ışığı ile çığlığına, farklı tepki verirler. Ama gözlemim odur ki, pek çok kimse bir ambulansa ne pahasına olursa olsun yol açmak için gereken duyarlılığı göstermekten hayli uzak düşmüştür büyük şehirlerde...
Aracı içinde ve tıkanmış bir trafikte bekleyen sürücüler arasında, Irak Savaşı için Amerika'ya küfredenler de vardır, yoga yapanlar da... Hayvansever dostlar da bulunur, bizzat hekimler de; Siz, biz hepimiz kısacası... Yani, duygu yüklü sohbetlerin, duyarlılık mangalında kül bırakmayan sosyal paydaşları olan bizler, iyi, doğru, güzel, erdemli, etik ve çağdaş olan için döktüğümüz dilleri ne yazık ki direksiyon başında gösteremeyiz.
Yol verenler, dert edinenler, mahcubiyet duyanlar, vicdan azabı çekenler, durumdan vazife çıkartanlar, kendini yiyip bitirenler de vardır bu sürücüler arasında ama, en uyanıklarımız, krizi fırsata çevirme boyutunda gözleri parlayanlardır. Çünkü, yol açanların çabasıyla oluşturulan labirente, sağlı sollu vücut çalımlarıyla dalan ambulanslar, arkasında fırsatçı bir dümen suyu bırakır her zaman. Kızıldeniz gibi yarılan trafik, asla bir daha normal konumuna dönemez. Fırsatı ganimet bilen bazı araçlar, ambulansın stop lambalarıyla gözleri kamaşmış olarak hep birlikte hamle yaparlar ve yemleme saati gelmiş bir alabalık havuzunun köpüren sularına döner ortalık. Acaba bu tavrın ayıplanması çok mu abartılı bir saflık göstergesidir?
Bu tabloda hep gözlerden kaçırılmış bir utanç fotoğrafı gizlidir. Hakkına razı olma bilinciyle bekleşen çaresiz sürücülerin, hiçbir fırsatı kazanca dönüştürmeden bırakmayan pervasız bir kültüre mağlup oluşunun senfonisidir bu... Daha 5 dakika önce, kıllarını kıpırdatmayanlar, hasta taşıyan bir aracın eskortluğundan medet ummakta, bu gözü açıklığın salyalı ve sığ kazancından yüzleri kızarmamaktadır. Bir dalgakıranın güvencesine sığınmış tekneler gibi sek sek oynayarak uzaklaşırlar...
Onlar, hiç kuşku yok ki gidecekleri yere yığınlardan daha çabuk varacaklardır. Ben ise hep, ambulanstaki hastanın ilk müdahale noktasına zamanında yetişip yetişemeyeceğini sorgular, kalplerden dudaklara yükselmiş bir iki dilek ve temenni sıkıştırırım trafiğin karmaşasına. Onlar, sadece bu kentin, bu ülkenin değil; onlar insanlığın yüz karasıdır. Onlar için de birkaç çift lâf edilir tabii arkalarından... Bu tepkinin, mayalı hamur gibi kabına sığmayan sözcüklerini burada yazamıyorum; Beni ayıplamayın!
Bu yazı, keşke dün yazılmış olsaydı…
Keşke, geçen hafta gördüğüm bir manzarayı betimliyor olsaydım…
Hiç değilse birkaç aylık, yakın bir geçmişi işaret etseydi…
Değerli dostlar, bu yazı ne yazık ki, tam 10 yıl önce yazılmıştı.
“Irak savaşı”nı çıkartın; yerine hale münasip güncel bir şey koyuverin.
Gerisi, aynı resim.
Aslında çok başka şeyler yazacaktım.
Ama hani hep 10 yıl önceden dem vurup,
“Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik…” diye aldatıyoruz ya kendimizi.
Çok da abartmayın; “Ahlâksızdık; biraz daha ahlâksız olduk…” Değişen bir şey yok !
Bu kumaştan, ancak bu elbise çıkıyor…
Paylaş