Paylaş
Ben de “kürt açılımı” adıyla yaşadıklarımızı hazmedemiyorum bir türlü. Tanımlanmamış bir gündemle ilgili bilgi kirliliği sürerken, “Devlet bu işi çözmek istemiyor. AB ve ABD’nin PKK’ya açık desteği var” şeklinde yorum yapanların sesleri de daha yüksek çıkmaya başladı. Ayrıntıları ancak bazı gazetecilerin notlarından öğreniyoruz. Onlar ki, günümüzde Damat Ferit kuşağını temsil ediyorlar, “hamakatın (ahmaklığın), hıyanetten daha tahripkâr” olabildiğini, yazılarını okudukça bir kere daha fark ediyoruz...
Karşımızdakiler (her kimlerse?) Türkiye’nin tek parça halinde kolay yenilir-yutulur bir lokma olmadığını zaten bilirler. Ama, biz “büyük gibi davranamadığımız için”, ısırılmaktan bir türlü kurtulamıyoruz. Zaten bu sebeple hainlerin yandaşları ve akıl hocaları, bir çıkar şebekesinin eline terk ettiğimiz Güneydoğu’yu dişlemeyi sürdürüyorlar. Bizi yutamayanların, kolay lokma halindeki ayrılıkçıların değerini, zaten “hazmedilmiş olmaları”na bağladıklarını anlıyoruz. Ankara–İmralı–Kandil üçgenindeki pazarlıkların ileri demokrasimizin şanına yakışır şekilde kamuoyundan saklanmasına içerlemeyin; “Bu işin kokusu çıkar yakında...”
***
Bir “bakan”a bir “gören” verseler...
Cumhuriyet yıllarının kabarık hesaplarına baktıkça, ellerimiz ister istemez Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne uzanıyor. “Bakmak” eylemi için verilmiş ilk karşılık, “görmek için gözlerini bir şey üzerine çevirmek” olarak tanımlanıyor. “Görmek” maddesinde ise, “gözle ve ışık yardımıyla bir şeyin varlığını duymak, varlığını gözüyle anlamak, sezmek...” şeklinde bir açıklama getirilmiş. Hâl böyle olunca, neden iki yakamızın bir araya gelmediği ortada. İki tanımın karşılaştırılmasından, işlerimizin “bakan”larla yürümeyeceği anlaşılıyor. Terminolojinin acilen “gören”le değiştirilmesini, olamıyorsa, hiç değilse “nevzuhur” (yeni ortaya çıkmış) yardımcıların “görenler” arasından seçilerek atanmasını teklif ediyorum. İnşallah çok gecikmemişimdir.
***
Akdeniz güneşi altında
Bertrand Russell, “Aylaklığa Övgü” adlı kitabına, 1932’de kaleme aldığı çarpıcı bir yakıştırmayla başlar; Napoli’de dolaşan bir gezginin hikâyesini, “herkes bilir” diyerek anlatmaktadır: “Yattıkları yerde 12 dilenci gören bu gezgin (olay Mussolini zamanından önce geçer), bunlardan en tembel olduğunu ispat edene bir lira vereceğini söyler. Dilencilerden 11’i yerlerinden fırlayıp, liranın kendi hakları olduğunu iddia eder. Bunun üzerine gezgin de parayı yerinden kıpırdamayan 12’ye verir.” Paragraf, küçük bir yorumla sonlanır: “Akdeniz güneşinden nasibi olmayan ülkelerde aylaklık daha zordur ve insanlara aylaklık aşılamak için yoğun bir propagandaya ihtiyaç vardır...” Bizde böyle bir ihtiyaç olmaması ne güzel!
***
Öğrenilmiş çaresizlik
13 askerimizin, PKK’lı teröristler tarafından pusuya düşürülerek yine kalleşçe şehit edildiği haberi gelince, Trabzon konserini yarıda kesen Tarkan’ın tavrını, yıllardır insanımızın bilinçaltına sinsice yerleştirilen “öğrenilmiş çaresizlik” ve “kanıksama”ya bir başkaldırı olarak yorumluyor ve kendi adıma teşekkür ediyorum. Gerçek bir sanatçının duyarlılığıdır gösterdiği. Umarım bir milat olur. Aynı şekilde, Okan Bayülgen’in “ulusal yas” çağrısının ise nasıl bir gereksinim olduğunu fark edemeyenlere de “yazıklar olsun” diyorum. Atışa devam “küreselleşme”nin yoz eğlence programları, hedef şaşırtan şike haberleri, gündemi unutturan uyduruk krizleri, romantik balayı pozları, düzmece frikik fotoğrafları, paparazziler; atışa devam...
Paylaş