Paylaş
Bütün seyirciler, İzmir geleneğine uyarak, konserden 5 dakika önce yerlerini aldılar. (Hâl böyle olunca, “Kapıdaki yoğunluktan dolayı konserimiz 10 dakika geç başlayacaktır. Anlayışınız için teşekkür ederiz” gibi bir anonsa da gerek kalmadı...) Sanatseverler, ne dinleyeceklerinin estetik bilinci içerisinde, özenle giyinmişlerdi. Hanımlar pek zarifti. Bazı beyler, krem rengi ceketleriyle, bazıları papyonlarıya dikkati çekiyordu; hattâ köstekli saat takan bile vardı. Gençler mi? Onlar da “iki dirhem bir çekirdek”ti tabii; şüpheniz mi var? Buna karşılık sahneye çıkan sanatçılar, evden çıkarken ne buldularsa geçirivermişlerdi üzerlerine. Allah sizi inandırsın; içlerinde bisiklet fanila ile gelenler bile vardı... Yani seyirciye biraz ayıp oldu gibi... (Hafta başında bu kadar –acı- şaka yeter.)
Geçen perşembe akşamı, sezonun en iyi hazırlanılmış konserlerinden birini dinledik. İzmirli sanatseverler için, “hem misafir hem de ev sahibi sayılan” Bodrum Oda Orkestrası, Naci Özgüç’ün yönetiminde sahne aldı. 2 bölümden oluşan konser, Nevit Kodallı’nın Telli Turna Orkestra Süiti ile başladı. Adını, kış aylarında ortada görünmedikleri için, gurbet türkülerimizde sıkça anılan bu göçmen kuşun öyküsünden, ezgisini Anadolu’dan alan eser yine dokunaklıydı. Sonra Mozart’ın 40. Senfoni’si seslendirildi. Kulaklarda daha az yer etmiş “Andante” bölümüne övgüler düzdük; Murat Tuncay hocamızla birlikte. Sade ve başarılı bir icraydı. “Oda müziğinin insana kendini evinde hissettirmesi, işte böyle bir şey...” dedim kendi kendime.
İkinci bölümü anlatmak için ise “Bir konser düşünün ki, solist sanatçı, dinleyicilerin kesilmeyen alkışlarına, 5 kere ‘bis’ parçasıyla cevap verir. Daha ne söyleyeyim?” cümlesi kâfi gelecektir. Klâsik gitarda, “bütün zamanların en iyi isimlerinden biri” olan Pepe Romero’yu yıllar önce Fuar Açıkhava’da izlemiştik. Yine aynı çelebi, sempatik, mütevazı ve sıcak sanatçı vardı karşımızda. Gitarıyla yine o kadar büyüdü ki, sahneye sığmadı. Müzikte yorum, bir olgunlaşma işidir. Göremediğinizi gösteren, duyamadığınızı duyuran, hattâ koklayamadığınızı burnunuzun ucuna getiren, bu “demlenme” halidir.
1944 doğumlu usta, hem ruh hem de teknik olarak herhalde en parlak dönemini yaşıyor. Virtüözlük tarife sığmayan bir şey. Öyle ki, kızımın, son Oscar’ını aldığı zaman, “Bu Meryl Streep küçükken ne yemiş, ne içmiş biri bana desin” türündeki hayretini, konser akşamı bir daha anladım. Sanatçının, gitarıyla yakınlığını, zaman zaman, Halikarnas Balıkçısı’nın Azra Erhat’a seslenişindeki tekvücut olma zirvesinde izledik. Herhalde Romero da gitarına sarıldığında şöyle soruyordu: “Bazen düşünüyorum da, ben sen miyim, sen ben misin ? Yoksa ikimiz de hem sen, hem ben miyiz? Pek belli değil...”
Rodrigo’nun ünlü Gitar (Aranjuez) Konçertosu’nu seslendirmek üzere almıştı gitarını kucağına. Ama salonu dolduranlar bir türlü bırakmadı kendisini. Romero da bıkmadı, yorulmadı, güleryüzünü eksik etmedi yüzünden ve (dinleyenlerin, sanatına sadece ‘seyirci’ olmadığını fark edince) kalabalığın isteğini geri çevirmedi. Gitar için yazılmış unutulmaz eserlerden olan Asturyas, Elhamra Hatıraları, Küba Fantazisi, Malegenya ve bir de flemenko seslendirerek vedâ etti. Sanatı öteden beri ciddiye alan Sanat Koordinatörü Numan Pekdemir’e ise özel bir teşekkür borçluyuz. Bizi projeleriyle şaşırtmaya (?!) devam ediyor. 5. yılında “Filarmoni olma” müjdesini verdiği orkestramıza, eylül ayındaki Güney Kore turnesinde başarılar diliyoruz.
Paylaş