Bize “her gün bayram” mı acaba?

“ÇİFTE bayram” deyimi, “bilinen, beklenen, takvimdeki yeri meçhul olmayan, önceden hazırlığı yapılan, kaygusu çekilen, derdine düşülen, sevinçle yolu gözlenen” (herhangi bir) bayramın yanına; “hiç hesapta olmayanın, umulmayanın, tahmin edilmeyenin, akla bile gelmeyenin” eklenmesi hali için kullanılır.

Haberin Devamı


En kabadayısı, aslında arzulanmakta olan bir hoşluğun, bayram gününe tesadüf etmesini anlatır.

İşte, bayramın “birinci gün”ü, millî maça ilişkin beklentiler ve yaratılan ruh hali, (sözde) bu “çifte bayram” deyimi üzerine kurgulanmıştı.
“Ama bir kez daha gördük ki futbol, ayakla değil kafayla oynanan bir oyundur.”
İki takımın sahadaki mücadelesi, iki zihniyetin çarpışmasıydı adetâ...
Bir tarafta, sadece futbol düşünen, işinin ve hissettiğinin hakkını veren bir Hollanda; diğer tarafta, “herhangi bir 11 kişi...”
Ben hayatımda bu kadar “zihinsel olarak teslim olmuş” bir millî takım seyretmedim.
Hiçbirinin top oynamak gibi bir niyeti yoktu zaten.
Rakiple meşgul olmak yerine, her pozisyonda, (faul, taç, korner, penaltı vd.) “hakemle oynamayı tercih ettiler.”
Her düdükte, en az 4-5 kol havada!
Her pozisyona itiraz; herkes bir avanta peşindeydi; gerekli–gereksiz, yerli–yersiz, haklı–haksız...
“İyi bir yerden bir frikik alabilir miyim, bir penaltı çaldırabilir miyim, acaba?” derdindeydi herkes.
Sadece “Hakemi kandırabilir miyim?” kurmacası üstünde yükselen ve “egemenin düdüğü ile, Türkiye’de oynayan yabancıların, hatır şikesi yapabileceklerine inanacak kadar dağılmış olarak umut vaat eden” böyle bir “zavallı zihniyet”in, “çifte bayram” yaşamaya hakkı yoktu zaten...

Haberin Devamı

Pazartesi günü, “Arefe’ye takılanlar, bayramı yaşayamazlar...” demiştim.
Bayramı uğurlarken düzeltiyorum; “Arefe’de takılanlar, bayramı yaşayamazlar...”
Geriye de ellerinde, mısır koçanı gibi, “ecdâd yadigârı” bir başka deyiş kalır; “Bize her gün bayram...”

Kurban Bayramı’nın davulcuları

BAŞLIKTA bir yanlışlık yok! Sadece, “Yurdum İnsanı” dediğimiz resmin, “avanta kovalama genetiği”nin hakkını vererek gündeme sokuşturduğu bir “uyanıklık gösterisi” var. İzmir’in çeşitli semtlerinde davul çalarak dolaşan, kapıları çalıp, “Davulcunuz geldi...” pişkinliği ile bahşiş isteyenler, bu bayramın “inovasyon” şampiyonları olarak tarihe geçtiler. “Ben duymadım, görmedim, rastlamadım...” diyebilirsiniz. İçiniz rahat etsin, ben “Duydum, gördüm, rastladım”; kulaktan dolma bir şey yazmıyorum. Hayret etmeyin, “Ben nasıl bunu düşünemedim” diye de hayıflanmayın.

İnovasyonun tanımı konusunda, uluslararası düzeyde kabul gören kaynakların başında gelen (OECD ile Eurostat’ın birlikte yayınladığı) “Oslo Kılavuzu”nun halen yürürlükte sürümünde, “Kurban Bayramı Davulcuları”nı tarif edilmiş aslında: İnovasyon; “yeni fikirleri (ürün, yönetm veya hizmet gibi) değer yaratan çıktılara dönüştürme süreci” olarak anılıyor. İlk basamak; yeni ve yaratıcı fikirlerin ortaya çıkması... Emek ve yatırım gerektiren ikinci basamak ise ortaya çıkartılan yeni ve yaratıcı fikirlerin ticarileştirilmesi, başka bir deyişle katma değer yaratan çıktılara dönüştürülmesi. Ortada sahur-mahur (bile) yokken, gürültü kirliliği ile davul bahşişi toplamaktan daha yaratıcı ne olabilir? Sponsor olmak isteyen, reklam veren çıkmaz mı bu uyanıklara?

Haberin Devamı

Caddelerde paten kayma modası

ÖZELLİKLE, Bornova’daki “Mustafa Kemal Caddesi”nde rastlıyorum; gece-gündüz, sabah-akşam, aydınlık-karanlık filân fark etmiyor. Motorlu çeteler tadında, 3-5 kişilik gruplar halinde vızır vızır cirit atıyorlar trafiğin arasında. Spor amaçlı değil, ulaşım amaçlı yani bir araç olarak kullanıyorlar pateni... Benim gibi, “dış kapının dış mandalı” bir kentli görüp de köşesine taşıyıncaya kadar, görevli hiç kimsenin bu işe “Dur” dememesi nasıl bir skandal ise bu genç çocukların ilgisiz, habersiz ve duyarsız aileleri de bir o kadar merak konusu... Bir facia yaşanmadan, paten meraklılarını güvenli ve boş alanlara yönlendirmemiz gerekiyor. Sevgili belediye başkanlarımız, ben sadece rica edebiliyorum.

Yazarın Tüm Yazıları