Paylaş
Prova öncesi arkadaşlarıma kısa bir konuşmayla vedâ ettim. Dilekçeyle 4 fotoğraf verdim. Bir, ilk senfoniye giriş fotoğrafına baktım, bir de emekli olurken verdiğime; bir varmış bir yokmuş...”
Bu girişin altına sıradan bir biyografi yerleştirmek kolaydı.
“...Sanatla dopdolu olan bir 40 sene” diye başlayıp, resimleri, isimleri, portreleri, ünlüleri, provalar ve konserleri, “bir kontrbas kutusuna koyup”, Bodrum–
Turgutreis’ten Güney Kore’ye uzanan yolcuğu, AASSM’deki vedâ konuşmasıyla noktalamak daha da kolaydı.
Çok “ucuz” olurdu bu anlatım. Tabii ki, bu yolu seçmedim!
Sonra, bu yazıdan sadece birkaç gün önceye rastlayan, “şükür parantezi”ndeki mütevazı “doğum günü” paylaşımı geldi; “... Teşekkürler. Allah sizlere daha uzun ve mutlu bir ömür versin. Bir köyden çıkıp gitmek ve Ali Hoca’nın oğlunun konservatuvar eğitimi alması... Elinde kocaman bir enstrümanla memleketine dönmesi. ‘Oğlum bu ne?’ Kontrbas! Gel de çık işin içinden.”
Bu ikinci notun kokusunda gizli başka renkler de vardı:
“...Hayattayım ve bugün nefes alıp verebiliyorum. İşte bir avuç dua bu olsa gerek. Deniz sevdası, Çatal Adaları.. Eee, tekne olunca Çiço unutulur mu?”
Ve hani bu plaket meselesi âdettendir ya, oturdum bilgisayarın başına, (üstüme vazife gibi) değerli dost Numan Pekdemir’e verilecek plaketi tasarlamaya çalıştım aklımca.
Önce bir “kontrbas” oturttum kaidenin üstüne, çok sıradan göründü gözüme.
Ardından bir “Bodrum mandalinası” yerleştirdim, manâsız oldu.
Pek çok şey denedim arka arkaya...
(Hikmet Şimşek’in kocaman ellerinin kalıbıyla hazırlanmış) “Alkışlayan bir çift el” bile içimden geçeni tam olarak anlatamıyordu. Sonunda buldum!
Dev bir “noktalı virgül” olmalıydı kutunun içinde ve “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Yok öyle emeklilik filân. Daha çok işimiz var. Ne olacak bu kadar seyirci? Tamam bir süre kafa dinlemeye bir şey dediğimiz yok. Ama 3 vakte kadar buluşmalıyız” yazmalıydı altında.
Plaketin altına bu kadar uzun lâf sığmayacağı için, onu da, bir “Zen” şiirinden alınma dizelerle çözdüm:
“Sen dersin, ‘Hayat geçiyor, yapacak çok şey var daha’
Zen der, ‘Bu ne telaş? Sen bir ruhsun, sonsuza kadar vaktin...”
Yani, bir telefonlaşmamız lâzım Numan Bey.
“Her şey gönlünüzce olsun. İç huzuruyla...”
Paylaş