Paylaş
Pekiştirmeli sözcükler farklı yöntemlerle oluşturulabilir ve cümle içinde farklı görevler üstlenebilirler. Örneğin, sıklıkla tercih ettiklerimiz arasında, “İkilemelerle yapılan pekiştirmeler”i sayabiliriz.
İkilemeler içinde öyleleri vardır ki, giderek yükselen bir öfke selinin denizle buluşmasını çağrıştırır. Buyurulan iş ya da tanımlanan beklenti, sindirim sisteminin performansıyla ilişkilendirilerek, “aç aç oralara kadar gidip gelemem...” şeklinde reddedilirken, zaman kavramının labirentlerinden medet uman münasebetsizlik karinesi, “sabah sabah şimdi nereden çıktı?” cümlesiyle sual olunur... Vakitsiz bir isteğin ise muhatabına, “akşam akşam bırak bu işleri canım” renginde iletildiği hatırlardadır. İkilemeler “3 Aylar” ile birlikte, inanç sistemlerinin etkisine girer ve Ramazan’a ulaşıldığında “oruç oruç konuşturma beni” kıvamında bir olgunluk kazanır. “Onbir ayın bir sultanı” dinlenmeye çekilirken, öfkenin derecesi “Bayramlık ağzımı açtırma”ya terfi etmiştir. Gelinen noktada, her ne kadar “ikilemelerin anlam zenginliği” sönümlenmiş gibi bir hava hâkim olsa da, bu, tehdit de içeren geri duruş, aslında “açtırma kutuyu söyletme kötüyü” kabilinden bir suskunluktur. Son birkaç günün gazete manşetlerine baktım da bu bayram, “yazsam yazsam” bir “beddua” yazısı yazabilirim diye düşündüm...
Ben beddua etmeyi sevmem, dahası bilmem de ama, Bu demek değildir ki, gündem bu kadar ısınmışken, “beddua” konusunda yazılmış bir manifestoyu, (babadan kalma sandığı açıp...) bir Usta’nın kaleminde demlenmiş bir heyecanla, zincirinden boşalmış bir sınıflandırma halinde paylaşmayacağım. Çetin Altan üstâdın 7 Aralık 1983’te yazdığı bir köşe yazısında beddua açıkça şöyle tarif edilir: “Kendisine kötülük eden kişi karşısında çaresiz kalmış insanoğlunun, o kişiyi cezalandırması için Tanrı’ya yakarması ve yakarırken de verilmesini dilediği cezaları sıralamasıdır.” Yazar bununla da yetinmez; bedduanın, bazen “Tanrı senin belanı versin” gibi, ceza isteminin ayrıntılara inmeyen bir toptancılıkla geçiştirildiğinden bahsederek ederek başlar söze, ardından çok ayrıntılı tahlillere girişir ve “Bütün bu bedduaların en korkuncu ise üç bin yıl öncesinin bir bedduasıdır” diyerek bitirir: “Tantalos’un Tartaros’una düşesin...” Üstelik bu beddua, aşağıda okuyacağınız gibi “Egeli”dir de... Bayram için en içten dileklerimi sunarken, içinizden, “bayram bayram”, birilerine “hale münasip” bir beddua göndermek geçerse, fikir vermek suretiyle bir katkım olsun istedim...
Cumhuriyet’ten çok önce, “Spil Dağı”ndan esen intikam, ceza ve “hesaplaşmalar”
Mitoloji’de, Zeus ile Pluto’nun oğlu sayılan Lidya Kralı “Tantalos”, hem efsanede dal budak salmış lânetli bir soyun atasıdır, hem de yeraltındaki ölüler ülkesinin en derin yeri olan “Tartaros”ta çektiği ceza ile ünlüdür... Daha sonra Yunanistan’a giderek Paleppones yarımadasına ismini verecek ve olimpiyat oyunlarını kuracak olan “Pelops” ile bugün Manisa’da “Ağlayan Kaya” adını verdiğimiz “Niobe”nin babası olduğu kabul edilir. Tantalos, Symnrna’dan (İzmir) Magnesia’ya (Manisa) kadar uzanan bağlık-bahçelik ve aynı zamanda zengin madenlerin bulunduğu Spilos (Spil) dağında hüküm sürüyordu. Atlas’ın kızı Dione ile evlenmişti. Bir rivayete göre Paktolos ırmağının kızı Eurnassa da onun karısı idi. Pindaros’a göre kendisini Olympos’a davet eden tanrılardan tanrı balı ve şarabı çaldı. Tanrıların sofrasına oturabilen tek insandı. Tanrılar ona iade-i ziyarette bulundukları zaman onları denemek için oğlu Pelops’u doğrayıp, etini önlerine koyduğu yalanını söyledi. Asıl suçunun tanrıların kendisine bağışladığı nimetlerden gurur duyması, şımarıp ölçüyü kaçırması olduğu ileri sürülür. Tanrıların hoşgörüsünü kötüye kullandığı için müthiş bir azaba çarptırılır. Onu, çenesine kadar su dolu yerde bulunma, ama bundan asla içememe cezası ile cezalandırırlar. Her su içmeye kalkışında sular geri çekilir ve sadece üzerine bastığı zemin kalır. Ayrıca başının üzerinde binbir çeşit meyve asılıdır, ama yaşlı adam bunlara elini atar atmaz rüzgâr dalları kaçırarak meyveleri ondan uzaklaştırır. Anadolu tanrıçası Kibele’ye inandığı için Hellen tanrılarını küçük gören ve onların kudretlerini sınamaya kalkan Tantalos, Olimpos tanrılarının hışmına uğrar, ona verilen ceza, Tantalos işkencesi olarak anılagelir. Homeros, Odysseia’da hemşehrimiz Tantalos’un çektiği acıları çarpıcı bir üslupla anlatır.
Peygamber Efendimiz beddua etmişler miydi?
“Doğruyu bildiği halde susana lanet olsun...” (dedikleri naklediliyor).
Paylaş