Paylaş
"...Yıldönümlerini kutlamak, için Siyasal Bilgiler Okulu diplomalılarının, beni anarak toplantıya başlamış bulunduklarını bildiren telefon yazınızı aldım. Birdenbire duygumu tahlil edemedim.
Bunun için Siyasal Bilgiler Okulu diplomalıların sözleri üzerinde, bütün dikkatimi kullanarak düşünmek lüzumunu hissettim. Bunlar kimlerdi? Fazla düşünmeye hacet kalmadı. Derhal bildim ki, bana içten sevgilerini haykıranlar, yarım asırdan beri Büyük Türk Ulusu'nun tam anlamı ile millet olmasına çalışan, modern bir Türk Devleti kurmak için insanlık fedakarlıklarının hiçbirini esirgemeyen; kültür, idare, intizam ve devlet adamlığını, en son ilmi telâkkilere göre tebellür ettirmeye çalışmış ve çalışan yüksek değerde arkadaşlarımdır.
İşte bu intibayı kendi kafamda ve vicdanımda duyduktan sonradır ki, telefonunuzun birinci satırının sonundaki dalgınlık aydınlandı... Ben, İsmet İnönü'nün karşısında bulunmakla mutlandığı görevden, mânen değilse bile maddeten uzak kalmış olmaktan teessür duymadığımı söyleyemem. Ancak, şununla müteselliyim ki; senin; hakikatı, asaleti, Millet ve Devlet için gönüllüleri, ateşlileri benim kadar ve belki de benden daha parlak görür olduğunu bildiğimdir.
Onun için, rica ederim söyleyiniz o arkadaşlara ki, bu devletin en aşağı yetmiş sene evvelki halini bilenleri içlerinde bulundurmaktadırlar ve yine İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da,
çocuk olarak yaşamış ve yüksek mânâlı, kalifiyeli, Devlet ve Millet mefhumunu anlayarak yetişmişlerdir. İşte onların hepsine söyleyiniz ki, şimdiye kadar yaptıkları temiz ve Türklüğe layık olabilen işleri dolayısı ile kendilerine minnetle mütehassisim...
Fakat yine o arkadaşlara söyleyiniz ki, Türk Milleti'ne, Türk Cumhuriyeti Devletine karşı yapmaya mecbur olduğumuz görevler bitmemiştir ve bitmeyecektir. Bu dünyadan göçerek Türk Milleti'ne veda edeceklerin, çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara son sözü şu olmalıdır : ‘Benim, Türk Milleti'ne, Türk Cumhuriyeti'ne Türklüğün istikbaline karşı ödevlerim bitmemiştir. Siz onları tamamlayacaksınız. Siz de, sizden sonrakilere, benim sözümü tekrar ediniz’.
Bu sözler ferdin değil, bir Türk ulusu duygusunun ifadesidir. Bunu, her Türk, bir parola gibi kendinden sonrakilere, mütamediyen tekrar etmekle son nefesini verecektir. Türk ulusunun nefesinin sönmeyeceğini, O'nun ebedi olduğunu göstermelidir. Yüksek Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur..."
Yarın, yeni bir “4 Aralık...” Biz “Mülkiyeliler”, hâlâ bu vasiyetin takipçisiyiz ! “Emaneti; ‘onlardan da sonra geleceklere iletilmek üzere’, bizden sonra gelenlere teslim etmek ideali”nden vazgeçmedik. Bu bitmeyen vazife sebebiyledir ki, “Önce Mülkiye, sonra Türkiye” deriz !
Bu cümle ilk bakışta saçma gelir pek çok kişiye. Anlamsız, abartılı, küstahça hattâ... Oysa, bir yandan “önce iyi yetişmek mecburiyeti, sonra hizmet sorumluluğu” anlamıyla, diğer yandan, (bir yazarın deyişiyle) “Ülkenin yönetimine her devirde musallat olan hırsız, uğursuz, iş bitirici takımının karşısında, her zaman devletin çıkarını korumaya çalışan bürokratlarıyla tanınan bir camia”yı, onlar hakkında, olumsuz duygular uyandırmak ve yıpratmak için dillendirilen bir slogan olarak; bizim gurur vesilemizdir !
Çünkü Mülkiye Marşı’nın diğer adı da (şiirinden gelen yankıyla) “Vatan Marşı”dır.
Yani “Önce Mülkiye” demek, aslında “Önce Vatan” demektir!
Paylaş