Paylaş
Hemen arkasından da Alexis Zorba; “…Kendini kurtarmanın tek yolu, başkalarını kurtarmak için çabalamaktır”. Sonra yazar, bu, birbirine tümüyle zıt gibi görünen iki cümleyi, okuyucusu için sentezlemeye, hattâ (harcım değil ama, diyor…) yorumlamaya başlasın:
“…Bambaşka kıtalarda ve asırlarda yaşamış ârifler, mutluluğun peşine düşenlere, ‘mürşidin kendi algılarımız’ olduğunu söylediler. Erdemin, metanetin ve özsaygının bir kökte filizlenip, dallarından sevgiyi, huzuru, neşeyi nasıl uzatacaklarını anlattılar. Oysa insanlık hâlâ, halının altına bizzat süpürdüğü hazineyi, ‘tanımadığı kahramanları masal dağlarında’ arıyor...”
Son paragraf, “yayıncının notu gibi görünmesi istense” de, buram buram yazarın üslûbu kokan bir sözcükle biten, (deyim yerindeyse) “altın vuruş…” ki; lâfı “süveyda”ya getirince, asılıyorsunuz küreklere. “…Ünal Ersözlü; ‘dört gün Buda kadar dingin ve sabırlı’, ‘üç gün Zorba kadar coşkulu ve tutkulu yaşamanın’, mutluluğa hak ettiği dengeyi nasıl vereceğini anlatıyor. Buda’dan Hallac-ı Mansur’a, Eckhart Tolle’den Jung’a kadar, keşiflerini paylaşmış ne kadar bilge varsa, bizi onların işaret ettiği hemzemine götürüyor; süveydaya”.
Ön kapak ise, zarfı burada tarif edip, “albeni ve büyüsünü uçurmak istemediğim kadar çarpıcı ve yüklü” tasarlanmış… Okuyucu, mazrufu “merak etsin ve kaybolsun sayfaların arasında; ya da aslında bulsun kendini…” diye.
Takvim yapraklarına baktığımda niyetim, sıradan bir yeni yıl yazısı yazmaktı. “En fazla, biraz eski yıl üstüne felsefe yapar, bunaltırım okuyucumu…” diye geçiyordu aklımdan. Ama, İzmirli şair, yazar ve gazeteci dost Ünal Ersözlü’nün, tür vurgusu yapılmak için, köşesine “felsefe” saklanmış kitabı raflara düşünce son hafta; kalemin ucu, kendiliğinden bereketlendi bugün.
Şiirindeki felsefeyi, “özgün kelâm”ına dokunmuş olma ayrıcalığı ile yakından tanıdığımız Ersözlü, bu kez felsefenin ıskalanmış şiirini, “denemeler” şeklinde kaleme almış. Karacaoğlan’ın, "Mecliste ârif ol kelâmı dinle / El iki söylerse sen birin söyle" öğüdüne uyarak, “…Size, öğretmeye değil, sadece sizin aynanız olmaya söz verebilirim” diyor. “Bu kitap bir fırsat, ben bir hatırlatıcıyım ve sizi sadece dürtmek istiyorum” diye de ısrar ediyor. “Buda ruhsallığı ile Zorba özgürlüğü”ne, “insan okyanus ile birlikte, okyanusun damlası” sırrı ile yaklaşıyor. “Tabula Rasa” (boş levhaya, belki bembeyaz bir sayfaya…) kadar geriye gidip, “insanın anlamsızlaşması, anlamın insansızlaşması” üstünde fikrediyor.
Ben pek çok tanıdığa rastladım kitabın içinde… Önce Paracelsus ile karşılaştık; Eflatun ile sohbet ediyordu… Aldous Huxley ile selamlaştık. Seneca ile göz göze geldik. Yunus ile Muhyiddin Arabî tefekkür halindeydi; beni fark etmediler bile… Lao-Tzu ile selamlaştık, Marks ve İbn Arabî’nin hasb-ı hâline katıldım az biraz. Russel’ı uzaktan gördüm. Son sayfalarda gün ağarıyordu artık; Samuel Smiles’i kahve içmeye davet ettim… Elinize alınca, sizler de, en az birkaç aşinâ isimle “yüzleşecek”siniz; eminim…
Kitabın adı, “3 gün orda, 4 gün burda” olsa, emin olun bu kadar “cuk” oturmazdı; 29 Aralık’ta yazılmış köşe yazısının başlığına ve içeriğine... Ben, yazar sayesinde hazıra kondum. “Okuyucu” kimliğimle, (Siddharta Gautama-Sakyamuni)Buda’nın, “uyanığım…” yanıtını, “yaşadığımız çağın uyanık geçinenleri” için vermediği çıkarımını yapıverdim. Ege kıyılarından, “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm…” diye seslenen, Aleksi Zorba’nın özgürlüğüne imrenecek “zorbalar” geçti gözümün önünden. “Gündemi ve günceli” yavaşça içime çektim… Hacı Bektâş-ı Velî’nin tebessümünden nasiplendim son olarak: “Hararet nârdadır sacda değildir / Kerâmet baştadır tacda değildir / Her ne arar ise kendinde ara / Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir…”
(*) KARAKARGA YAYINLARI, 1. Baskı Aralık 2017 / İstanbul
Paylaş